Zifte Bulanan Elmaslar

<p>Ay`a gidip gelebiliyoruz, uzaya ulaşabiliyoruz, atomu parçalayabiliyoruz. Ama hâlâ mutsuz, merhametsiz, iyiliksiz, adaletsiz, güvensiz, agresif ve hoşgörüsüzüz.</p> <p>Yolunda giden bunca şey varken neden mutluluğumuz sürgünde? Bu kadar ışıltı ve lüks mutluluk getirmediğine göre nedir eksik olan şey?</p> <p>Bu sürgünlüğümüzü her şekilde görebiliyoruz hayatta. Alkol ve madde bağımlılığının giderek artmasında, günahta sınır tanınmamasında, utanma ve haya duygularının kaybedilmesinde, sürekli kavga eğilimi içerisinde olmamızda, kağıt mendil gibi ilişkilerimizde, suç işleme oranlarının artmasında, kötü özelliklere sahip olmanın meziyet sayılmasında, psikiyatrilerin kapılarının daha çok aşınmasında...</p> <p>Her türlü pislik ve çirkefliğin harmanlandığı bir hayatın içindeyiz. Yazık ki toplum olarak hızla çürümeye doğru yol alıyoruz. Sorunlarımız o kadar ciddi ki; ancak bunlar ekonomik yoksulluğun sonuçlarından kaynaklanmıyor elbette ki. Asıl neden bir başka yerdedir. Asıl neden inanç ve değerler sistemimizin yozlaşıp aslından uzaklaşması, maddeci bir felsefenin hüküm sürüyor olmasıdır.</p> <p>Değerlerimiz içimizdeki “Biz”       in aynasıdır oysa. Yaşarken farklılıklarımız öldüğümüzde arkadan bıraktıklarımız değil midir? Onuru değil midir yaşamımızın değerlerimiz? Niçin yaşadığımızın anlamı değil midir?</p> <p>Manevi değerlerimizi yitirdikçe ya da bu sözcüklerin içini dolduramadıkça hem sosyal hem de kültürel erozyona uğramamız kaçınılmaz hâle geliyor gün geçtikçe. Dostoyevski bir zamanlar şunu söylemiş; “Eğer Yaradan yoksa, herkes her şeyi yapabilir.”       İşte şimdi o “her şeyi görmekteyiz.”       Öyle hâle geldik ki günümüzde kötü özelliklere sahip olmak bir meziyetmiş gibi kabul görüyor, güzel ahlâk gösterenler yadırganıyor. Bunların temelinde inanç ve ahlâk eksikliği yatıyor elbette. İnanç, beraberinde ahlâkı da getiriyor. Ancak inanç ahlâkını yaşamadığı hâlde dürüst, adaletli, temiz insanlar da var elbette ki.</p> <p>Bu eksikliklerle birlikte sevgilerimizin sırasını da değiştirdik biz, kavramların içini boşalttık. “Dünyaya bir kere geliyoruz, o hâlde olabildiğince zevkli yaşamaya bakalım.”       düşünce biçimiyle yaşamaya başladık. Oysa onurla, insan olarak yaşanması gereken bir görev değil midir hayat?</p> <p>Bu noktada başrol oyuncumuz televizyon, öyle ki televizyon aile yapısına karşı organize bir suikastçı oldu, ama kimse buna dur diyemiyor. Televizyon diliyle konuşur, onun diliyle yön verir olduk hayatımıza artık. Çok kısa süre önce insanların kınadıkları ve kesinlikle karşı oldukları tavır ve davranışların artık birçok kişi tarafından normal karşılanıyor olması, değerlerimizi yitirdiğimizin göstergesi değil midir?</p> <p>Kültürümüz ve özellikle çocuklarımız üzerinde son derece güçlü bir kontrole sahip olan televizyonun, topluma sundukları yıkıcı değerler ile ilgili hiçbir sorumluluk da duymaması da ayrıca düşündürücü. Gelecekte torunlarımız: “Tüm bu ahlâksızlıklar olup biterken siz ne yapıyordunuz.”       diye sormayacaklar mı bize?</p> <p>Ne acı ki toplumu aşağılayıcı, ahlâki değerleri ayaklar altına alan, seviyesiz programları zevkle izler hâle geldik toplumca. Kiralanmış insanlarla evlilik programları, saçma sapan moda programları insanlara ne düşünmeleri, neye inanmaları, ne hissetmeleri, ne satın almaları gerektiğini söylüyor. Ve birçok insanda bu kişilerin kendilerini örnek alıp onların hayat felsefelerinden, giyimlerinden, konuşma üslÃÆ`   »plarına kadar her şeylerini taklit etme çabasında.</p> <p>Yine kültürel ve bedensel olarak eğitilebilecekleri en verimli dönemlerinde çocuklarımız saçma sapan oyunlar ve filmlerle tehlikeli fikirlerin saldırısına uğruyor, bu oyunlar ve filmler, onların çocukluk masumiyetlerinin zamanından önce yitirmesi için elinden geleni yapıyor.</p> <p>Thomas Polne der ki: “Gelecek nesiller için plan yaparken, erdemin kalıtsal olmadığını hatırlamamız gerekir.”       İsveç`te 1988`de sarsıcı bir olay yaşanmış. Beş ve yedi yaşlarındaki iki çocuk, dört yaşındaki oyun arkadaşlarını boğarak öldürmüş. Birçokları şöyle sormuş: “Çocukların içinde, fazla ileri gittiklerinde durmalarını söyleyen bir şey yok mu?”       Psikiyatriler şu sözleri söylemişler: “Fazla ileri gitmeye izin vermeyen bir fren mekanizması, edinilmesi gereken bir şeydir. Bu, çocukların kendilerine örnek aldıkları kişilerle ve çevresindeki yetişkinlerden öğrendikleri ile bağlantılıdır. Demek ki çocuklarımız istediğimiz gibi değil, yetiştirdiğimiz gibi oluyor.</p> <p>Değerlerimiz kan kaybettikçe bu anekdottaki olayın benzerlerini hatta çok daha kötülerini yaşar hâle geliyoruz. Çok üzgünüm bizden sonraki nesillere yaralı olarak gidiyor değerler, hızla kan kaybediyoruz. Elmaslarımız zifte bulanıyor.</p> <p>Tüm bunlar gerçekten ne anlama gelir? Nasıl bir gelecek bekleyebiliriz biz?</p> <p>Elmaslarımızı yeniden parlatabilmek dileğimle...</p> <p>Kevser TOPYILDIZ KÜÇÜK</p>
  • BafraHaber Yorum
  • Zifte Bulanan Elmaslar içeriğine yorum yapmaktasınız
Favicon
  • Toplam Yorum 0