Ramazan`da Çocuk Olmak 1

Çocukların dünyaya bakışı, olayları değerlendiriş biçimi, çevrelerinde olup biten şeylere karşı geliştirdikleri tavır ve tutum yetişkinlere göre daha farklı, daha çocuksu ve daha masumdur. Ama bu durum, çocuğun meseleleri ciddiye almadığı/almayacağı anlamına gelmez. Aksine hayatın akışı içinde gelişen pek çok olay, bir bakıma çocuk için bir hayat memat meseledir. Ayrıca, çocuklar, genelde hilesiz, hurdasız düşünürler, orada bir saflık, tazelik ve masumiyet vardır. Bütün bunlar, çocuğa çok yakışır, çünkü onun yüreğinin dışarı yansıması bu kadar pak ve yalındır.
 
Aslında insan denen varlığın çocukluk, gençlik, orta yaşlılık ve yaşlılık dönemlerinde kendine özgü farklı güzellikleri ve değişik hayat katmanlarını yaşaması ve bunu çevresine yansıtması ne kadar büyük bir zenginlik ve renkliliktir. Her dönemin, her yaşın hayatımıza anlam veren, renk ve derinlik katan kendine özgü güzellikleri ve meziyetleri vardır. Ancak çocukluk dönemi, bir yetişkinin kimliğinin, kişiliğinin oluşması ve geleceğinin şekillenmesi bakımından çok daha ayrı bir öneme sahiptir.
 
Ramazan bilincinin, şuurunun oluşmasında ve gelişmesinde çocukluk döneminde yaşanan Ramazanların ayrı bir yeri ve değeri vardır. Ramazan Ayı, çocuklar için başka, yetişkinler için ise çok daha başka şeyleri ima eder. Bunları görmek, idrak etmek ve imkânlar ölçüsünde dolu dolu yaşamak gerekir. İnsan olarak bunları bir fark edebilsek, inanın ki, hayat çok daha güzel ve çok daha yaşanmaya değer olacak, daha anlamlı, daha derin ve estetik bir zemine oturacak.
 
İnsan, tuhaf bir biçimde geçmişine, özellikle de çocukluğuna, o dönemde oynadığı oyunlara, arkadaşlıklara, dostluklara ve çevresindeki nesne ve varlıklarla ilişkisine büyük bir özlem duyar. Bundan dolayı bazen sevinir ve mutlu olur, bazen de hüzünlenir, derin bir of çeker içinden. Bunlar içersinde Ramazan ayının ayrı bir yeri ve değeri vardır. Ramazan, çocuk için fantastik ve sıra dışı bir dünya demektir. Karı-koca kavgalarının eksik olmadığı ve mutluluğun mumla arandığı evlerde bile Ramazan geldiğinde mutluluk gülleri açılır, etrafa sanki cennetten bir esinti gibi mis kokular yayılır. Bir şekilde etrafı tatlı bir telaş alır, birçok şey Ramazan merkeze alınarak düşünülür ve yapılır. Böylece Ramazan, geldiğini her aile ve ortama gür sesiyle duyurur, bir başka dünyanın eşiğinde olduğumuzu belleklerimize ve yüreklerimize kazır.
 
Elektriğin henüz olmadığı, gaz lambasının kullanıldığı, yazları yemyeşil, kışları bembeyaz ormanın içinde bulunan iki odalı evimize her şeye rağmen Ramazan ayı büyük bir coşku, hareket ve bereketle getirirdi. Neredeyse Ramazan ayı baştan sona kadar küçük bir çocuk olarak benim için büyük bir manevi atmosfere, yoğun bir duygu seline ve tarif etmekte güçlük çektiğim derin hislere ve yürek çarpıntılarına dönüşürdü. Bütün çocuklar gibi benim için de Ramazan ayı, soyut bir şey değil, kelimenin tam anlamıyla ete kemiğe bürünmüş, görülebilir, tutulabilir ve dokunulabilir bir şeydi. Onu karşımda görebiliyor, hissedebiliyor, dahası ona dokunabiliyordum sanki. Onunla konuşup, dertleşebiliyor ve onun beni anladığını düşünürdüm.
 
Nitekim “oruç tutmak” deyince, bundan canlı, hareket edebilen, hindiden biraz daha büyük, siyah tüyleri olan bir canlının kuyruğundan yakalanmasını anlamıştım uzun bir süre. Anneme gece, karanlıkta orucu nasıl tuttuklarını sormuştum. Annemin yaptığı açıklamaları tam olarak anlamamıştım ve bu şekilde düşünmeyi belki birkaç yıl daha sürdürdüm sanırım. Yaşım çok küçük olmasına ve sorumlu olmamama rağmen, diğer çocuklar gibi kardeşlerimle birlikte ben de Ramazan ayının belli bir kısmını oruçla geçirirdim. Hem de Ağustos ayında akşama kadar tarlada çalışmama veya hayvanlarla uğraşmama rağmen.
 
İlçemizde bulunan Kereste Fabrikası’nın çaldığı boruyla iftarımızı açar, sahura kalkardık. Yirmi-otuz saniye çalan boru dağları taşları inletir, büyük bir yankı yapardı dağların doruklarında ve vadilerin derinliklerinde. Nedense köpekler bu sese eşlik ederek ulumaya başlarlardı. Her köpek ulumasında tuhaf şeyler hisseder, sanki kötü şeyler olacakmış gibi bir duyguya kapılırdım. Bir çocuk olarak Ağustos ayının kavurucu sıcağında çalıştığımız ve oruç tuttuğumuz için haliyle çok acıkır ve özelikle de susardık. Susuzluk, açlıktan daha çok bunaltırdı bizi. Yemyeşil ağaçlarla çevrili bir ormanın içinde şırıl şırıl akan dereleri, buz gibi kaynak sularını düşünürseniz ne kadar susuzluk çektiğimiz çok daha iyi anlaşılabilir.

 

  • BafraHaber Yorum
  • Ramazan`da Çocuk Olmak 1 içeriğine yorum yapmaktasınız
Favicon
  • Toplam Yorum 0