Öznenin Evi Olarak Dil

Bildiğimiz kadarıyla, yeryüzünde en büyük, en güçlü ve en etkili iletişim aracı, dildir.   İnsanı, diğer varlıklardan ve bir milleti/ulusu da diğer milletlerden ayıran en önemli faktörlerin başında gelir, o. İletişim, karşılıklı bilgi, duygu ve düşünce alış verişini, muhabbeti, insan olmanın doğal bir yanını oluşturmaktadır. O, tek taraflı değil, çift taraflı bir yapıya sahiptir. Diğer bir deyişle, iletişim insanlar arasında karşılıklı bir eylem olarak yerine getirilir, bir monolog değil, bir diyalogdur. Dilin veya iletişimin olmadığı bir toplumu/dünyayı düşlemek insanı ürpertiyor. Öte yandan, dilin en önemli fonksiyonu iletişim olmakla birlikte, onu sadece bir iletişim aracı olarak görmek büyük bir eksiklik ve hatadır. Bu, dili ve onun işlevini basite indirgemek, ciddiye almamaktır. Aslında, dil, iletişimin ötesinde çok boyutlu bir fonksiyona ve anlama sahiptir.

Kelimeler, cümleler, dil kalıpları, dilin dokusu ve yapısı, dilin oluşumunu sağlayan ana dinamiklerdir. Kelimelerden inşa edilmiş engin ve derin bir dünya. Kelimeler, onlar arasındaki bağlantı dilin hem formunu, hem de ruhunu yansıtır. Dil, kelimelerle ve onlardan oluşan kelimeler ağıyla nefes alır, ayakta durur ve yürür. Bu kelimeler, sadece basitçe yan yana dizilmiş anlamlı cümleleri ve söz kalıplarını oluşturmazlar. Onlar, dili inşa ederken tıpkı bir örümceğin ağındaki her bir ağın fonksiyonu gibi bir işlev görür. Daha doğrusu, dil, elle dokunan bir halı gibi kelimelerden, kelimeler arası ilişkiden, cümlelerden ve kelime öbeklerinden çok uzun bir süreç içinde ilmek ilmek örülür. Orada her bir ilmeğe, onu dokuyan ve ören insan/insanların acıları, sevinçleri, kokusu, kişiliği, kimliği, iniş ve çıkışları, kısaca her şeyi sinmiştir. Her bir kelimenin, her söz öbeği ve cümlenin ayrı bir hikâyesi vardır. Eğer onlara dokunabilir ve iç dünyasına girebilirseniz, onların sıcaklığını ve kokusunu daha yakından hissedebilirsiniz. Kelimelere dokunmak, bir milletin/ulusun tarihine, köklerine, geçmişine, sosyo-psikolojik ve kültürel kodlarına temas etmek, onlarla bağlantı kurmak demektir.  

Dil, içine girdiğimiz ve yaşamımızı sürdürdüğümüz bir evdir. Alman filozofu Heidegger’in çok güzel bir deyişiyle söyleyecek olursak, “dil, öznenin evidir.” Yeme, içme, barınma, sığınma, korunma, hepsinden önemlisi de aile olma, sevgi, saygı, paylaşma ve sorumluluk gibi bir insanın varolması, hayatiyetini sürdürebilmesi için bir evin (ailenin) ne kadar önemli olduğunu söylemeye gerek var mı` Aynı şekilde insan denen varlığın bir “insan” ve bir birey olması, bu şekilde varlığını sürdürebilmesi için dilin inşa ettiği ev, çok önemlidir, hayatidir ve adeta bir ölüm kalım meselesidir. Dil evi, insanın olmazsa olmazıdır. Bunu şu örnekle daha iyi anlayabiliriz: Yeni doğmuş bir çocuğu, mümkün olsa da yetiştirmesi için ormandaki bir aslana versek. Üç-dört yıl sonra da o çocuğu oradan alsak ve evimize getirsek. Acaba o çocuğun psikolojisi nasıl olur` Daha da önemlisi dilimizi konuşabilir mi` Sosyalleşebilmiş midir` Sanıyorum, o çocuk karakter olarak insandan çok aslana benzer ve konuşamaz.

Dil, evin içinde, aile ortamında ve toplumda annemizden doğduğumuz andan itibaren oluşmaya, gelişmeye ve zenginleşmeye başlar. Dolayısıyla dilin bireyde oluşumu, doğumla başlayan ve ölümle biten bir süreçtir. Ama bir millete ait olan dilin oluşumu ve devamlılığı, bir insanın ömrüyle sınırlı değildir. O millet, varolduğu sürece dili de varolur. Dil, bir kültür ve medeniyet havzasında neşvu nema bulur. İşte orası, aynı zamanda insanın evi, dolayısıyla dilin evidir, mekânıdır. Dil, o evin içinde gelişir, zenginleşir ve öğrenilir. Kelimeler, içinde nefes aldığımız ve bizi “biz” yapan büyük bir dünyadır. Kelimelerin sıcaklığı, öfkesi, rengi ve kokusu bizim sıcaklığımız, öfkemiz ve kokumuzdur.

Cemil Meriç’in deyişiyle, “kamus/dil, nâmusdur.” Neden, dil, bir milletin namusu ve vicdanıdır` Onu bu denli önemli yapan ve ön plana çıkaran şey nedir` Dilin nabzı, insanın/bir milletin nabzıyla birlikte ve eşzamanlı olarak atar. Dil, dolayısıyla onu inşa eden kelimeler, öbekler ve dilin mantığı da canlıdır. Aslında “dil, bir milletin her şeyidir” dersek, abartılı bir ifade kullanmış olmayız. Nasıl ki, toplumumuzda namusun kirlenmesi, affedilmez ve büyük bir suç ise aynı şekilde dilin tahribatı da aynı oranda suçtur ve bizi geri dönülmesi zor olan veya mümkün olmayan bir badireye sürükleyebilir. Bu da dilin korunması ve geliştirilmesinin ne kadar önemli ve vazgeçilmez bir şey olduğunu ortaya koymaktadır.

Dilin tahrip edilmesi ve ölümü, insanın/insanlığın ölümüdür. Çünkü dili inşa eden, geliştiren, zenginleştiren insan olduğu gibi yozlaştıran da insandır. Başka bir deyişle, bir dilin yozlaşması ve yok olmaya yüz tutması, o dili kullanan milletin kültürü, tarihi ve medeniyetiyle birlikte ölümü demektir. Bu, doğal olarak az veya çok dünyanın öteki dillerini ve kültürlerini de olumsuz etkiler. Çünkü dünya kültür mirasının ve halkasının birisinin yok olması diğer halkaları da etkileyecektir. Dilin ölümü, kelimelerin, onlara ait dünyanın yıkılması ve tahrip olmasıdır. Bir dil, tam kapasite ile kullanılmıyor, çok az kullanılıyor veya hiç kullanılmıyorsa, bu, o dilin ölümü ve yok olması demektir. Dilin yaşaması kelimelerin, kalıpların, söz dağarcığının, dilin dokusunun, dolayısıyla dilin felsefesinin yaşaması demektir..

  Her kelimenin bir yatağı ve içine oturduğu bir evleği vardır. Kelimeleri, onlara ait yapıları ve dokuyu, bu evleğin dışına çıkararak kullandığımızda, dil derinliğini kaybeder, kelimeler buharlaşır ve anlamsızlaşır. Ayrıca, yabancı ve yozlaşmış kelimelerle konuşmaya başladığımız andan itibaren aslında kendimizden değil, başkasından bahsediyoruz veya başkalarından hareketle kendimizden bahsediyoruz demektir. Daha açıkçası, bilerek veya bilmeyerek yabancı sözcükler kullanmak, kendimizden değil, başkalarından bahsetmek, başkalarından hareketle kendimizi tanımlamak anlamına gelmektedir. Bu da bir toplumun kendine, kendi köklerine ve onu millet yapan değerlerine yabancılaşması, ondan kopması ve uzaklaşmasıdır. Dolayısıyla bu, kültür emperyalizmini beraberinde getiren çok önemli bir kırılma noktasıdır. Dilin gücü, o dili kullanan milletin de gücünü yansıtır. Dilin zayıflaması/zayıflatılması, aynı zamanda o dili kullanan milletin de sosyal, kültürel, siyasal ve ekonomik olarak güçsüzlüğü, zayıflığı demektir. Çünkü bir milletin dili, şu veya bu şekilde zayıflamaya başladığı, yok olmayla karşı karşıya kaldığında ister istemez başka bir dil onun yerini almaya başlar. O da dünyada hakim kültür ve medeniyetin dilidir.

  • BafraHaber Yorum
  • Öznenin Evi Olarak Dil içeriğine yorum yapmaktasınız
Favicon
  • Toplam Yorum 0