İyi Ki Eskiden Çocuk Olmuşum

Geçmişinizi özlüyor musunuz? Ben özlüyorum geçmişimi. Bu yazımda bir yolculuk yaptım geçmişe, çocukluğuma ve biraz da genç kızlığıma gitti yolculuğum, yâd ettim bu yazımda o günleri. 

Hatırlanacak ne kadar güzellik varmış, ne çok anı kaydetmişim belleğime. Hepsi de vefa, vicdan, merhamet, sevgi, iyilik yüklü, benim birer hazinem olan, hayatıma yön veren anılar. Üzerinden yıllar geçse de unutamadığım, bazen mutlulukla, bazen hüzünle, bazen buruk bir gülümsemeyle sarılıp sarmalandığım anılar. Ölüm gibi bir gerçeğin varlığına henüz ailemin içinde tanık olmadığım, hep annem, babam ve kardeşlerimle birlikte olacağımı sandığım zamanlar, anılar...

Ne güzel çocukluğum vardı benim, dönemimde yaşayan birçok çocuk gibi. Oyuncağım pek yoktu üzerlerine elbiseler dikerek el ve hayal becerilerimi geliştirdiğim minik bebeklerimin dışında. Ama oynayacak çok şeyimiz vardı amca çocukları ve arkadaşlarımla: yakan top, ip atlama, körebe, beş taş, mendil kapmaca, güzel mi çirkin mi... saymakla bitmeyen oyunlar. Tencere, tava, evde ne varsa ters çevirip kaşıklarla vurarak verdiğimiz konserlerimiz, paylaşımlarımızı çoğalttığımız müsamerelerimiz.

Hele yaz günleri Sürmeli Köyünde ninem ve dedemin yanındaki çocukluğum bambaşka bir mutluluktu. Karadut, kiren, erik zamanları dalından kopararak yediğim bu meyvelerin tadı hâlâ damağımda. Dayımın eşi yengemin yaptığı, bahçedeki ekmek fırınından çıkar çıkmaz üzerine taptaze tereyağını sürerek bir çırpıda bitirdiğimiz köy ekmeğinin buharını ve kokusunu hâlâ hissederim.

Köy arkadaşlarımla sabahın kör saatlerinde ve akşam saatlerinde hayvanlarımızı sulamaya götürdüğümüz dere kenarlarında, derenin üzerindeki taşlara basarak karşı tarafa suya değmeden geçmek için mücadelemiz, göllerdeki kurbağaların hayatlarını izlemek, çalı çırpılar arasında böğürtlen toplarken çizilen bacaklarımız, o çiziklere umursamayışımız uyanmak istemediğim bir rüya gibiydi.

Çok olmasa da birkaç yıl yaptığımız tütün ekim zamanlarında karıklar arasındaki toprağın üzerinde o yirmi dakikalık dinlenme uykusu kuş tüyü yatak ve yastıkta uyuduğum bir uykudan daha tatlı gelirdi bana o yorgunluğumun üzerine.

Siyah beyaz ekranda salı günleri Türk sineması günleriydi ortaokul ve lise yıllarımda. İple çekerdik o günleri. Amca çocuklarıyla birlikte nerdeyse yirmi kişi olduğumuz oturma odamızda Türk filmi izlerken ertesi günkü sınavlarımıza hazırlanmaya çalışırdık. Orhan Gencebay, Ferdi Tayfur, Barış Manço, Emel Sayın şarkılarını dinlerdik. O yıllarda neden türkü dinlemediğime şaşırıyorum şimdi, hepsi birer değer olan türkülerimizi. Bir de Arkası Yarınlar vardı radyolarda, Orhan Boranlar, Erkan Yolaçlar, Halit Kıvançlar vardı muhteşem diksiyonlarıyla Türkçemizi katletmeden kullanan. 

Bütün mahalleyle, kimimiz kekiyle, kimimiz biber dolmasıyla, kimimiz kızartmasıyla, kimimiz kavun, karpuz, kolasıyla yeşille mavinin birleştiği Çam Gölü pikniği pazar günlerimizin terapisi olurdu bize. O paylaşımlarda yaşadığımız sevgi ve mutluluk nelere bedel, bir bilseniz.

Kış günlerinde de pazar günleri pide günümüz olurdu, Bafra'mızın meşhur kıymalı pidesi. Akşamdan hazırlardı rahmetli anneciğim, soğanla kıymayı kavururdu pidenin içi için. Sabah fırında kuyrukta beklemek bana düşerdi evin büyüğü olduğumdan. Eve geldiğimde çay hazır olmuş olurdu. Nasıl da keyifli olurdu pazar kahvaltıları sıcacık sobanın yanında sevgiyle aydınlanmış yüzlerle.

Rahmetli babacığımın bana "roman, hikâye okuma; ders çalış." dedikçe aksine kitaplarımın arasına koyarak gizli gizli okuduğum her bir cümlesini hayalimde resimlediğim romanlar hiç farkında olmadan kazandıklarım olmuş gittiğim yeri aydınlatan ateş böcekleri gibi. Simit paralarımı biriktirerek aldığım, okurken bulutların üzerinde gezdiğim, elden ele dolaşan dergilerim geleceğime yaydığım heyecanlarım, ardından bana dünyanın en güzel mesleğini getirmiş, doyamadığım öğretmenliğimi.

Yaz aylarında da hafta sonları Kızılırmak İlkokulunun bahçesindeki yoklamalarım süslenen sünnet yatağı var mı diye. Sonra sünnet evini öğrenmem, sünnet çocuklarının gezdirileceği faytonlara binmek için. Ama önce kardeşlerimi bindirirdim faytona sonra kendim binerdim, aman onlar yerde kalırlar, binemezler korkusuyla. İtiş kakış olurduk, mücadele büyüktü, faytonla gezme mücadelesi. Hey gidi mutluluk kokulu günler hey...

Sabun ve maşrabayla sobanın yanında leğende yapığımız banyolarımız, havluya sarılıp sobanın yanında saçlarımızı tararken sobaya düşen su damlacıklarından çıkan cızırtılar bile ne hoş gelirdi bana. Bir defasında koca leğeni devirmiştim, nasıl kızdırmıştım rahmetli anneciğimi, kaçamamıştım da üzerimde havludan başka bir şey olmadığı için. Birkaç maşa yemiştim popoma.

O kadar çok anı var ki belleğimde sayfalar yetmez. Ne büyük zenginlikmiş geçmişimden gelen, o çok sevdiğim kardeşlerimle baba ocağında yaşadıklarım. İyi ki bu değerlerle büyüttünüz bizi canım annem, canım babam. Eksikliğinizi hep hissediyorum, anne olsam anneanne de olsam arıyorum baba ocağını. Kabriniz nur, makamınız cennet olsun inşallah.

İyi ki eskilerde çocuk olmuşum.

Sevgimle...

Kevser Topyıldız KÜÇÜK

26 Aralık 2017

  • BafraHaber Yorum
  • İyi Ki Eskiden Çocuk Olmuşum içeriğine yorum yapmaktasınız
Favicon
  • Toplam Yorum 0