Hayat Unuttuğumuz Tılsımlarda Saklı

Bir Kızılderili şefi şehrin kalabalık ve gürültülü caddelerinden birinde gezerken yanındakilere dönüp: “Bir ağustos böceği şarkı söylüyor karşı kaldırımın ardındaki parkta” der. Sonra hızlı adımlarla yürümeye başlar parka doğru. Yanındakiler inanmaz ona önce ama küçük çalılığın alt dalındaki böceği avuçlarına aldığında şok olurlar. ”Nasıl olur, doğaüstü güçlere sahipsin sen” dediklerinde ise cebinden çıkardığı bozuk parayı atıverir kaldırıma usulca. Metalin kaldırımda çıkardığı cılız ses, pek çok başı çevirtir. İnsanlar “Acaba benden mi düştü?” diyerek ararlar bozukluğu meraklı gözlerle…

Sonrasında, “İnsan…” der bilge şef, “Neye değer veriyorsa onu görür, onu duyar, onu hisseder ve onu besler. Değer verseydiniz siz de şarkıyı duyabilirdiniz.”

Belki de hepimizin aynı noktadan kanayan yarasıdır bu ama egolarımız yüzünden, yaratılışımızın ve varoluşumuzun özünü unuttuğumuzdan hayat çerçevemizin içinde usulca bizi bekleyen mucize hazineleri göremiyoruz. Sonsuz güzellikte o kadar fotoğraf var ki her yerde, her anda, her iklimde, her doğada, semada… Güneşin doğuşuna, batışına, güzelliklerin içinden bize gülümsemeye çalışan çiçeklere takılmıyor gözler, şırıl şırıl akan suyun sesini, ağaçlardaki kuşların cıvıltısını, yanı başımızdan geçen bir kedinin yiyecek yalvarmasını duymuyor kulaklar. Yaprakların üzerine düşen yağmurun sesini, bizi anda kalmaya davet eden çağrısını hissetmiyor duygular, bir çam ağacının sessiz sesini dinleyip ihtiyacı olan huzuru bunlarla bulmayı hayal bile edemiyor gönüller. Çünkü egolar süslemiş hayalleri.

Vicdanlara danışılmıyor, diller umursuzca konuşurken sızım sızım sızlamıyor kalpler. Öylesine bulutlanmış ki gönüller merhamet yüklü dokunuşlar hissedilmiyor artık. Okyanuslarla ölçülemeyecek duygular olan sevgi, saygı, vefa, merhamet, vicdan… revaçta olamadı egolarımız ve hırslarımız kadar. Kalplerimizden daha hızlı atan egolarımız hırsından kendimizle barışık yaşamayı da, sevgiyi de, umutları da, dostlukları da, merhameti de, vicdanlı olmayı da, eşitliği de, birbirimizle kucaklaşmayı da unuttuk; barışı da, kardeşliği de, insanları kınamadan, onlara yargılamadan bakmayı, adil olmayı, güvenilir olmayı, dertleşmeyi, paylaşmayı unuttuk. Birbirimize karşı sorumluluğu unuttuk; vefayı da unuttuk duayı da.

Büyüklere saygıyı unuttuk, karşı dairemizde oturan ak saçlı amca ve teyzelerin hatrını sormayı unuttuk. Kabirlerin yanından geçerken dua okumak bile gelmiyor aklımıza, bir caminin önünden geçerken musalla taşına bakıp bir gün bizim de orada yatacağımız düşündürmüyor bizi.

Bize kişilik derinliği yaratan birçok güzelliği unutma hastalığına yakalanmış gibiyiz egolarımız hırsından, ölüme terk etmişiz insani değerlerimizi. Karabulutların vardiyasını sonlandırıp devredemiyoruz nöbeti bir türlü güneşe. Oysa insan olmanın ayrıcalığı, sevginin kaynağı, ufuklu bir hayat tarzı, medeniyetin gerçek anahtarı değil midir değerlerimiz?

Ne kazandırır bize ”BEN” duygusu kimsesizlik, sessizlik, renksizlikten başka… Bu kadar mucizenin içinde ego ile boğuşmayı değil, egoyu da kucaklayarak sevgiye dönüştürmeyi tercih etmek güzelleştirip kolaylaştırmaz mı hayatımızı?

Unutmayalım içimizdeki duyarlılığı, sevgiyi, merhameti, vicdanı, vefayı, dostlukları… Hayat bu tılsımlarda saklı çünkü. Can verelim onlara yeniden, böylece bizler de can bulalım, yeniden barışalım iç huzurumuzla.

Saygı, sevgi, selamlarımla…

 Kevser Topyıldız Küçük

17 Eylül 2019

  • BafraHaber Yorum
  • Hayat Unuttuğumuz Tılsımlarda Saklı içeriğine yorum yapmaktasınız
Favicon
  • Toplam Yorum 0