Gerçekler Fotoğraf Karesine Sığmaz!

Bir arkadaşım, Avustralya Savaş Müzesi’nden Çanakkale Savaşı’yla ilgili özel olarak getirttiği ve pek çoğu Türkiye’de bulunmayan yaklaşık yüz elli-iki yüz resmi gördüğümde (ki, ben de onları ilk kez görüyordum) şoke olmuştum. Resimleri eve götürdüm, odama çekildim ve onları uzun uzadıya inceldim. Burada ifade etmekte ve açıklamakta güçlük çektiğim karmaşık duygular içinde iki üç gün kendime gelemedim, sendeledim ve sarsıldım, yüreğime derin bir hüzün çöktü. Bu durum, daha çok hayatta bütün varlığını ve sevdiklerini kaybetmiş, gözleri donuklaşmış, bedensel hareketleri ağırlaşmış ve ağzını bıçak açmayan bir adamın ruh haline benziyordu. Biraz önce yaşanmış korkunç bir trajedinin ve bir dramın etkisini bütün bedeninde ve yüreğinin derinliğinde hisseden bir adam.
 

Neler yoktu ki, o resimlerde. Orada düşmanlarımız, Çanakkale’de destan yazmış olan dedelerimizin o günkü hikayelerini anlatıyordu. On altı veya on deyi yaşlarında cephede şehit düşmüş keskin nişancı genç bir kız. Top güllelerinin darmadağın ettiği ve cehenneme çevirdiği siperler, kopmuş ve paramparça olmuş el, ayak, bacak ve gövdeler. Oluk gibi akan kanlar. Yokluk, sefalet, acılar, ağıtlar, feryatlar. Özellikle, 57. Alayın, asker ve subaylarıyla birlikte tek bir kişi dahi kalmadan şehit düşmesi yüreklerin taşıyabileceği bir acı değildi. Boğazın sularına gömülen zırhlıların trajik görüntüleri. Beş yüz kg ağırlığındaki mermileri yirmi bin km uzağa atabilen ve düştüğü yeri cehenneme çevirebilen devasa büyüklükteki savaş gemileri ve ölüm kusan uzun menzilli topları. Asker ve lojistik bakımından düşmanın bizden üstün olduğunu gösteren daha pek çok resim.
 

Bütün bunlara rağmen, ordumuzun moralinin yüksek oluşu, umudunu kaybetmeyişi, gözlerindeki umut ve cesaret ışıltısı. Savaşı sevk ve idare eden komutanlarımızın eşsiz savaş dehası… Daha da önemlisi, cephede ve cephe gerisinde verilen topyekün bir savaş ve bu savaşta en büyük itici güç olarak yüreklerdeki “iman” ateşinin karşı konulmaz bir coşkuya dönüşmesi. Kim ne derse desin bu inkar edilemez bir gerçektir. Çünkü savaş meydanındaki pek çok hadise bu gerçeği bütün çıplaklığı ile ortaya koymaktadır. Bu gerçeği görmek için Çanakkale Savaşı’nın büyük komutanlarından 2. Kolordu komutanı Esat Paşa ile 19. Tümen komutanı Yarbay Mustafa Kemal’in hatıralarına bakmak yeterlidir.
 

Orada dikkatimi çeken ve beni en çok etkileyen resimler, henüz 12-16 yaşlarında, saçı sakalı henüz çıkmamış, Anadolu’nun çeşitli bölgelerinden savaşmak için cepheye gelen körpe kuzular, oyun ve okul çağındaki mektepli gençlerimiz oldu. Nitekim bu gerçek türkülerimize de konu olmuştur:
 

“Hey on beşli on beşli,
 

Tokat yolları taşlı,
 

On beşliler gidiyor kızların gözü yaşlı..”
 

Nereye gidiyordu on beşliler` Elbette ki, düğüne ve bayrama değil, gidilip de dönülmesi pek mümkün olmayan bir diyara. Hem de sevgilerini, hikayelerini, tertemiz aşklarını ve sevdalarını geri bırakarak ve arkalarına bakmadan gidiyorlardı. Destan yazmaya, tarih yapmaya ve yazmaya gidiyorlardı. Bu çocukların bir kısmı, üniversite öğrencisi, büyük bir kısmı ise lise öğrencisidir. Hepsi de cepheye gönüllü olarak gelmiş ve ne yazık ki, kendilerine vatanımızı, dinimizi, namusumuzu ve onurumuzu borçlu olduğumuz bu yavruların tamamına yakını orada şehit düşmüştür. Onların göstermiş olduğu olağanüstü cesaret ve fedakârlığı, vatan ve millet aşkını anlatmakta kelimelerin kifayetsiz kalacağını biliyorum. Ama yine de Çanakkale savaşının yıl dönümü münasebetiyle bu konuda bazı duygu ve düşünceleri dile getirmenin en azından onlara olan vefa borcumuzun çok küçük bir ifadesi olabileceğini düşünüyorum.
 

 Elazığ Lisesi, hiç mezun yok, çünkü bütün öğrenciler Çanakkale’de şehadet şerbetini içmiş. Malatya Lisesi, hiç mezun yok, çünkü hiçbir öğrenci Çanakkale’den geri dönememiş, şehit. Örnekler uzayıp gidiyor. Onlar oyun oynayacak, ders çalışacak, derelerde balık tutacak, yağmurlarda ıslanacak, gençliklerini ve çocukluklarını yaşayacaklardı. Ev ocak kuracak, çol çocuk sahibi olacaklardı. Hepsinden önemlisi de okuyup adam olacak, engin ve entelektüel birikimlerini, tecrübe ve deneyimlerini bu toprakların geleceği için harcayacaklardı. Kültür ve medeniyetimize çok büyük katkıları olacaktı. Ama olmadı, kaderin cilvesi onlara hiç beklemedikleri bir yol çizdi, yolların en onurlusu, soylu ve şerefli bir yol. Bana öyle geliyor ki, bu çocuklar, söz konusu savaşa gitmek zorunda kalmasalardı, bugün bu ülkenin kültürel ve medeniyet sıçramasında çok ciddi bir ilerleme kaydedecektik. Bu kuşak, bu toprakların makus talihinde köklü bir değişim ve dönüşüm gerçekleştirecek aydın ve entelektüelleri olacaktı. Ülkemizi yüz belki iki yüz yıl daha ileriye götüreceklerdi. Mevlana’nın pergel metaforunda mükemmel bir biçimde belirttiği gibi pergelin merkez ayağı bu topraklarda diğer ayağı ise bütün dünyayı kuşatan bir bilim, sanat, felsefe, kültür ve medeniyet sıçramasının en büyük itici ve kuşatıcı gücü olacaktı bu genç ayd”, “şimdisi” ve daha da önemlisi “geleceği”dir. Eğer ay dede yaşlandı, bunadı, bakımı zor diye çocuğun dünyasından atılmışsa, o çocuk aynı zamanda ay dede ile beraber geçmiş ve geleceğini de atılmış ve yıkılmış demektir. Ay dede, çocuğun edebiyatı, edebiyat sevgisi, edebiyat zevki, dahası kimliği, kişiliği ve karakteridir. Modern çocuk, aslında ay dedesini kaybetmekle benliğini, kimliğini, doğallığını ve masumiyetini de kaybetmiştir.

Ay dedenin bize tebessüm eden masum ve çocuksu yüzünü, etrafında oluşan haleyi, bulutların koynunda kayboluşunu, bizimle yarışmasını ve masalların onur konuğunu çok özleyeceğiz. Ay dedesiz bir dünya kasvetli, mekanik, buruk, derinlikten yoksun, sığ ve eksiktir. Ay dedenin ölümü, masumiyetin, doğallığın, sadeliğin, saflığın, masalların ve çocuksu duyguların ölümüdür. Masalın ölümü ise çocuğun geçmişiyle bağının kopması, çocuksu duyguların ve çocuk duyarlılığının yok olması, çocuksu yüreklerin ölümü, çocuk kimliğinin ve kişiliğinin savrulması, tahrip olması ve örselenmesi demektir.

  • BafraHaber Yorum
  • Gerçekler Fotoğraf Karesine Sığmaz! içeriğine yorum yapmaktasınız
Favicon
  • Toplam Yorum 0