Çağımızın önemli düşünürlerinden Scheler şöyle der: “İnsan kendisi dışındaki dünya ile ilgili bilgilerde zirveye ulaştığı günümüzde maalesef, kendisiyle ilgili cehaletin de zirvesinde bulunuyor. Kendisini unutuyor, kendisinden habersiz bir manzara sergiliyor.”
Demek oluyor ki hayal gücünü zorlayan, bu baş döndüren teknolojik ilerlemeler insanlığa barışı ve mutluluğu getirememiş, onu vahim bir anlam krizi içine sokmuştur.
İnsan, içinde zıtları barındıran bir varlık olarak tanımlanır tasavvufta. İnsanda en güzel ile en kötü, en yüce ile en basit, karanlık ile aydınlık, rahmet ile zulüm bir arada. Böyle bir varlık işte insan. Kendine çok faydalı olabileceği gibi çok zararlı olabilme özelliğine de sahip. Neyle beslenirse onun rengine boyanıyor çünkü insan. Bu yüzden onu çocukluk döneminden başlayarak bir “obje” olarak değil, “insan” olarak görmek, onun özü ve cevheri olan ruhunu kapitalist ve bencilce duygularla değil; inanç, ahlak, sevgi, saygı, merhamet, şefkat, vicdan, iyilik, doğruluk, dürüstlük, iffetlilik, cömertlik gibi değerler ve erdemlerle beslemek gerekir ki insan hem kendine, hem ailesine, çevresine ve toplumuna faydalı olabilsin. Bu, aynı zamanda onun mutluluk reçetesi olsun.
Baş döndürücü gelişmelere sahne olan bugünkü hayat bize insanlık ahlakının ve tüm erdemlerin değerini unutturdu ne yazık ki! Değerlerinden uzak bir hayatın içinde insan, hasarlı düşüncelerin baskısıyla idealleri olmayan, zevkleri basit ve sıradan, sadece gününü düşünen, kendine maddeden ibaret gören, ancak bu yönünü tatmin etmeye çalışan, sorgulamayan, bilgi ve kültür donanımı zayıf, özenti bir model oldu.
Bununla da kalsa... Sınır tanımaz bir kötülük alev topu gibi kuşattı dünyamızı, dünyamız tarihinin en vahim çaresizlikleri ile karşı karşıya kaldı. Öfkeli bir gençlik kültürü, şiddet bağımlılığı giderek yayılırken kaos, düzensizlik, vahşet, vicdansızlık, merhametsizlik, çıkar ilişkileri meydan okuyor hale geldi dünyaya. Sebebi dünyamızı imar ve ıslah eden ahlak ve hukuk ilkelerinin, değerlerin ve erdemlerin tozlu raflarda yerini çoktan almış olmasıdır.
Değerlerimiz ve erdemlerimizdir hayatımızı inşa eden ve evrendeki diğer varlıklar arasında insan için bir anlam ifade eden. Öyle güçlüdür ki onlar, söylediklerimizin, yaptıklarımızın ve davranışlarımızın iyi, güzel, doğru, yanlış, kötü... şeklinde nitelendirme etkisine sahiptirler. Hem fert hem de toplumun barış, huzur, onurlu ve güvenli hayatı değerlerin varlığına ve yaşatılmasına bağlıdır. Biz değerlerimizle hem kendimize hem topluma karşı görev ve sorumluluklarımız hatırlar, erdemli ve onurlu yaşamanın gereğini, sevgiyi, saygıyı, barışı, hoşgörüyü, merhameti, adaleti, şefkati, iffeti, dürüstlüğü, alçak gönüllüğü... öğreniriz. Bunları öğütler bize değerlerimiz ve böylece toplumun fertleri birbirine bağlanır, ayakta kalır toplum.
İşte bu yüzden insanlık ahlakın ve tüm erdemlerin değerini yeniden keşfetmeli, bu değerlerle var olma düşüncesini soylu bir ideal olarak sürekli canlı tutmalıdır. Sadece ve sadece bu şekilde ülkeler bazında ve dünya ölçeğinde çözülmelerden kurtulabilir insanlık. Dünyamızın yeniden toparlanabilmesi için yeniden kendi değerlerinin farkında olması ve onlara dönmesi gerekir. Dünyamız bencilce duygulardan kurtularak bunların yerine yeniden ahlaki değerleri, bilgeliği, fedakârlığı, başkalarını düşünmeyi, paylaşmayı getirmelidir. Yoksa dünya bize asude baharlar sunmayacak, yaşanılan bir yer olmaktan uzaklaşacak ve sadece çözülen toplumlar değil, evrenin tümü olacaktır.
Mirasımız değerlerimiz olsun dileğimle...
Sevgi, saygı ve selamlarımla...
Kevser TOPYILDIZ KÜÇÜK10 Şubat 2020