Aşka Dair (II)

Tarih boyunca niçin hep “güzel” veya “güzellik” insanın birinci dereceden ilgilendiği ve kendini bir türlü alamadığı bir fenomen olagelmiştir` Öyle görünüyor ki, güzelliğin insanın bir türlü karşı koyamadığı, hep ilgi odağı olarak karşısında duran ve durmaya da devam eden bir doğası vardır. Güzel/güzellik dendiğinde bundan dar anlamda sadece kadın veya karşı cins anlaşılmamalıdır. Gece parıldayan yıldızlar, ay, gurup vaktinde güneş, ilkbaharda ağaçlar, çiçekler, dağlar, taşlar, ağaçlar, şırıl şırıl akan dereler, toprağın kokusu, karın yağışı gibi tabiatta pek çok güzellik vardır. Bunların hepsi ve daha pek çok şey, aşkın ana konusunu teşkil etmektedir. Yahut aşk denen halin ortaya çıkışında, gelişmesinde ve yaşanmasında etkin bir pekiştireç rolü oynamaktadır. Dolayısıyla aşkın ve yoğun sevginin objesi, ortak noktaları olmakla birlikte, (bazen bir kadın, bazen bir çiçek, bazen denizin köpükler saçan büyüleyici dalgaları, bazen ve belki çoğu kez Tanrıdır) kişiden kişiye değişiklik gösterebilir. Ancak aşk bu kadar geniş bir anlam örgüsüne sahip olmasına rağmen, nedense, genellikle, ona kadın-erkek ilişkisi açısından bakılmış, mesele sadece bu yönüyle insanoğlunun gündelik hayatına girmiştir. Elbette ki, bu da, görmezlikten gelebileceğimiz bir şey değildir.

            Bir erkek bir kadına veya bir kadın bir erkeğe niye aşık olur` Ne bulurlar birbirlerinde` Herşeyden önce kadın-erkek çifti veya dualitesi, eksi-artı kutupların birbirini çektiği gibi doğası gereği onlar da birbirlerini çekerler. Bu, insanın karşı koymakta zorlandığı bir durumdur. Çünkü, çekme-itme insanın doğasında varolan doğal bir yapı, temel bir özelliktir. Bunlara bir de karşılıklı ilgi, sevgi, ısınma, fiziksel ve ruhsal güzellikler eklendiğinde dişi ve erkek olarak insan çifti, karşısındakini zihinsel ve ruhsal dünyasında farklı bir yere oturtur. Onu başka görür, görmek ister. Ayrıca, Hz. Havva’nın Hz. Adem’in kaburga kemiğinden yaratıldığına dair bilgiye bakılacak olursa, kadının erkeğin doğal ve çok önemli bir parçası olduğu açıktır. Bununla birlikte, aşka eşlik eden, onu besleyen ve kalıcı olmasına katkıda bulunan şeyler de vardır.

         İster bir insan olsun isterse başka bir güzellik olsun, insan neden güzele ve güzelliklere bakakalır` Onlara bakmaktan kendini bir türlü alamaz` Niçin, bunları gördüğünde yüreğinde kıpırtılar meydana gelir, daha farklı iklimlere yelken açar` İnsan, insanın aynasıdır. Kendi güzelliklerini biri diğerinin yüzünde görür. Ya da karşısındakinin güzelliğinin kendi yüzüne yansımasıyla kendi yüzünün güzelliğinin örtüşmesi, buradan bir sinerjinin ortaya çıkması, insanı çok daha güzel ve çekici kılar. Bu da kendisini aşk veya sevgi yoğunluğu olarak gösterir. Diğer taraftan, Allah, insanı yaratırken onu kendi suretinden yaratmış, onun mayasına kendi ruhundan ilahi bir öz üflemiştir. Bu bakımdan insan, Tanrının kendisinde Cemal sıfatıyla tecelli ettiği bir varlık, “güzeller güzeli”nden bir numune ve bir esinti durumundadır. Dolayısıyla aslında biz her güzelde veya güzellikte aynı zamanda hem beşeri hem de ilahi bir boyut görmekteyiz. Belki de insanı asıl çarpan, benliğinden geçiren, yürek adamı yapan şey, burada saklıdır. Bu boyutlar, insanı, dolayısıyla aşkı diyalektik ve dualistik bir karaktere büründürür.

         Peki bu yoğun sevginin özellikle kadın-erkek ilişkisi açısından bakıldığında bir insanın hayatı boyunca hep aynı düzeyde ve düzlemde yaşayabilmesi ve korunması mümkün müdür` Hayatın inişleri ve çıkışları arasında böylesi bir yoğun sevgi selini ve duygusunu muhafaza edebilmenin kolay olmadığı daha işin başında iken ortadadır. Bunun zorluğu, hem insanın yapısı gereği hem de hayatı boyunca karşılaştığı olaylar ve yaşadığı tecrübeler açısındandır. Bunda bizim aşka ve aşk objesine karşı zaman içinde değişen ve gelişen bakış açımız etkili olduğu gibi söz konusu objenin değişim ve dönüşüm geçirmesi de etkili olmaktadır.

  • BafraHaber Yorum
  • Aşka Dair (II) içeriğine yorum yapmaktasınız
Favicon
  • Toplam Yorum 0