Aşka Dair (I)

Hayatta bazı şeyler vardır ki, onları dile getirmek, cümlelere sığdırmak, onları ifade edebilecek kelimeler ve kalıplar bulmak zordur, çoğu defa da imkansızdır. Hiç şüphesiz ki, bunların başında, “aşk” vardır. O, yaşanan bir haldir. Hal’in, dolayısıyla aşkın bizim bildiğimiz anlamda bir dili yoktur, kendine özgü “özel” bir dili vardır. Bu dili, gerçek boyutuyla ancak aşıklar anlayabilir. Aşığın sessizliğ, bakışı, duruşu bir tür konuşmasıdır. Aşkın kendisi gibi dili de karmaşık ve paradoksaldır. Özellikle, ona dışardan bakan, diğer bir deyişle aşkı yaşamamış, bir deli rüzgar gibi bir o yana bir bu yana savrulmamış, aşkın inişli çıkışlı badirelerinden geçmemiş birisi için aşkı anlamanın, anlatmanın ve ona dair bazı şeyleri dile getirnenin zorluğunu biraz da burada aramak gerekir. Buna rağmen yine de bu konuda bazı duygu ve düşüncelerimizi dile getirmeyi deneyeceğiz.
 
 Aşk, “sevgi yoğunluğu”, sevginin ileri boyutta yaşanması, “üst düzey sevgi” olarak tanımlanabilir. Aşkın, hayatta her şeyin önüne geçen, pek çok şeyi gölgede bırakan, hep ön plana çıkan, çıkmak isteyen, bir bakıma kendini hayatın merkezine yerleştiren bir doğası vardır. Herşeye rağmen ve herşeye inat bu böyledir. Çünkü aşk, asidir, sıra dışıdır, ferman dinlemez. Kendi fermanını kendisi yazar, her kalıba sığmaz.
 
 Aşk, adamaktır, adanmaktır. Canı, yüreği kaldırımlara, sevdiğinin yoluna sermektir. Aşk, bazen bir şiir, bazen bir türkü, bazen bir şarkı, bazen de dağlara yağan bir kar olur. Bazen yeryüzüne, üstümüze, yüzümüze ve yüreklerimize sağnak sağnak yağan yağmur damlaları olur. Dalgaların durmadan kıyıları dövmesi, derelerin çağıldayarak akması, yaprakların hışırtısı, göçmen kuşların gökyüzünde süzülerek  uçması ve ötüşü aşk değil de nedir` Bazen bir guguk, bazen de bir bülbül sesinde kendini açığa çıkaran aşkın yakıcı sesi değil midir`
 
 Aşk, Nisan yağmurunda ıslanmak, Ağustos sıcağında yanmak, kış ayazında üşümektir. Aşk, Sonbahar’da yaprakların sararması, bir o yana bir bu yana savrularak dökülmesidir. Aşk, dayanılmaz yalnızlıktır, uzlettir; gurbettir, gurbette olmaktır, benliği yüreğin derinliklerine çekmektir. Aşk, bazen yokluk, bazen varlık olur, bazen de varlık ile yokluğun kesiştiği bir çizgide ortaya çıkar. Aşk, yürek acısı ve doğum sancısıdır. Aşk, ateşlerde yanmak, kavrulmak, kor ateş olmak ve ateşten gömlek giymektir. Aşk, ham ve toy iken pişmek, olgunluğa ermektir. Aşk, bir direniş, bir destan, bir feryattır. Aşk, içimizde yanan bir alev, yüreğin gözyaşlarıdır. Aşk, Leyla’dır, Leyla’da olma ve Leyla’dan geçme faslıdır. Yusuf’un kokusunda, hasretinde, kanlı gömleğinde ve Yakub’un gözyaşlarında gizlenen aşkın mayasıdır. Aşk, bitmek ve tükenmek bilmeyen bir sabırla ve umutla beklemek, yolu gözetlemek, yolda olmak ve yollara düşmektir. Bir ömür, bıkmadan ve usanmadan beklemek, umut etmek, umutlarla beslenmek ve bezenmektir. Aşk, bütün umutların bittiği veya bitti sanıldığı bir anda, yepyeni bir umut ve bekleyişle ufuklara dalıp gitmek, küllerinden yeniden doğmaktır.
 
 Aşk, benliğin esiri olmak değil, benliği aşmaktır. Daha doğrusu, aşk, insanın kendi gerisinde kalması, kendisiyle olması değil, kendisini aşması, yeni ve daha güçlü bir kişilik ve kimliğe bürünmesi, yeniden doğmasıdır. Aşk, yüreğimizdeki nükleer enerjinin açığa çıkması sonucu insanın bambaşka bir hali yaşaması, eşyaya ve olup biten şeylere hikmet ve marifet nazarıyla bakmak, bakabilmektir. Üç boyutlu zaman ve mekan sınırlarını aşarak, dördüncü, beşinci, belki onuncu boyutları eşzamanlı olarak veya ayrı bir zaman diliminde yaşayabilmektir, aşk.
 
 Aşk, aramak, hep bir arayış içinde olmaktır. İnsan aşkı, niçin ve nasıl arar` Aramak, ölünceye dek ciddi bir arayışın içinde olmak, bazen bulmak, bazen bulduğunu sanmak. Aşığın kaderi, bir çemberin etrafında dönercesine merkeze bazen yaklaşmak bazen uzaklaşmak, bir o yana bir bu yana zikzaklar çizmek. Ama hep aramak, uzun soluklu ve hasret dolu bir arayışın vadilerinde gezip durmak, bilgelik ve hikmeti bir mum ışığı ile arayan bir seyyah olmak.
 Leyla’yı dünyanın en sarsıcı güzeli yapan  şey, Mecnun varlığı, onun nazarında Leyla’nın konumu değil midir` Leyla’yı “Leyla” yapan Mecnun, Mecnunu “Mecnun” yapan da Leyla’dır, onun nazarıdır. Burada meramımızı Hz. Mevlana`dan bir örneği imdada çağırarak açıklayabiliriz: “Bir gün halife Leyla`yı çağırır ve onu gördükten sonra şaşkınlıkla şöyle der : `Sen o musun ki Mecnun senin derdinden çöllere düştü! Sen başka güzellerden daha güzel değilsin.` `Sus` der Leyla, `çünkü sen Mecnun değilsin!`” Leyla’nın güzelliğini görebilmek için Mecnun olmak ya da onun gibi bakmak ve/veya bakabilmek gerekir.

 

  • BafraHaber Yorum
  • Aşka Dair (I) içeriğine yorum yapmaktasınız
Favicon
  • Toplam Yorum 0