Bafra Lisesi Anılarım

BAFRA LİSESİ ANILARIM                                                

Sevgili dostlarım, değerli okuyucularım bugün size 25-30 yıl öncesine ait hatıralarımı yazmak istiyorum. Belki biraz özelim olacak ama, sizlerle paylaşmak ve biraz olsun sizleri gülümsetmek, o yıllara geri götürmek istiyorum. Yaşı benim gibi 40’ı bulmuş veya benden daha büyük abi ve ablalarımın da o yıllara gitmesine vesile olacağım için de ayrıca çok mutluyum.

Benim Bafra’da geçen en güzel yıllarım Bafra Lisesinde okuduğum yıllarımdı. İnanın hala o koridorların kokusu, o hocalarımın sesleri, o arkadaşlarımın çoşkusu dün gibi gözlerimin önünde. Benim Bafra Lisesiyle ilk defa tanıştığım yıl 1978 yılıydı. Gazi ilkokulunu bitirmiş ve babam tarafindan Bafra Lisesi orta ögretim bölümüne kayıt yaptırılmıştım.                    

O yıllarda okulun alt katında orta okullar, orta ve üst katında da liseli abilerimiz okuyorlardı, tabi buna okumak denirse. Çünkü; her gün okul da bir siyasi olay oluyor, ya okul tatil ediliyor veya hocalarımız o gün okula gelmiyor veya gelse de can güvenliği olmayışından dolayı derslere giremiyordu . Biz tabi daha küçüğüz, pek olayları kavrayamadığımız için derslerimizin boş geçmesi azgınlık yapmak için bulunmaz bir nimetti, hele bir de “Yarın okul yok olaylar yatışmadı, ertesi günü gelin” dediler mi “Alllaaaaah kim tutar bizi” ertesi gün sabah saat 10’a kadar uyku, öğlenden sonra sinema ya da mahalle maçı.

O zamanlar Yıldız Sineması Bafra’da meşhur. Yaşı bizden küçük olan hatırlayamayan okurlarım için söylüyorum.

PTT’’nin karşısındaki dükkanların oldugu yer. Hele bir de Cüneyt Arkın’ın Karamurat ya da Malkoçoğlu filmi geldiyse, sinemanın önü ana baba günü. Bir de sinemanın karşı kaldırımında zagor, Teksas, Tommiks kitabı satıcıları veya kitaba 5-8-veya 10 adımdan madeni para attıranlar varsa zaten cepte para da kalmıyordu. O yıllar da bu kitaplar çok meşhurdu. Türkiye’de simit satıcısından, en üst bürokratına kadar herkes bu kitapları okurdu. Bayanların da favorisi cep fotoromanlarıydı. Neyse bakın nereden, nereye gittik.                                 

Orta 1 ve orta 2 sınıfı Bafra Lisesinde okudum. O sırada karşımızda Atatürk Ortaokulunun inşaatı yapılıyordu ve bizi orta 3 sınıfa geçince liseden aldılar, yep yeni gıcır gıcır her tarafı misler gibi kokan Atatürk Ortaokuluna yerleştirdiler. O okulun ilk mezunlarından biriyim çünkü 1 sene okuduk ve mezun olup yeniden Bafra Lisesi’ne geri döndük. Fakat o 1 yıl, inanın bana bir ömür gibi geldi. O okula hiç ısınamadım, hiç sevemedim. Bafra Lisesi’nin o kötü, çizilmiş yarık sıralarını, tuvaletin bazen bozuk akmayan musluklarını, merdivenlerin çentik dolu trabzanlarını, spor salonunun soyunma odalarının kitlenmeyen bozuk kapılarını, az yandığı zamanlar daha iyi ısınmak için üstüne oturdugumuz kalorifer peteklerini o kadar çok özlüyordum ki, bir an önce şu son sınıf bitse de okuluma geri dönsem diye düşünüyordum. Atatürk Ortaokulunu bitirip diplomamı aldığım gün okulun kapısıdan çıktım, doğruca Bafra Lisesinin kapısından içeri girdim ve olanca sevincimle bağırdım “Geliyoruuuuuuum” O günü hiç nutmadım...

Sonra Bafra Lisesine kaydımı yaptırdım ve ilk gün sanki yıllardır kavuşmak için can attığım birisine kavuşmuş gibi, okulumla bahçesin de buluştum. Dünyanın en mutlu ve en heyecanlı genci inanın o gün bendim. Çok sevdiğim Hollywood aktörleri kadar yakışıklı Abdulkadir Aygün hocam, tiyatroyu bize sevdiren ve hep bizimle arkadaş gibi olan Bilal Murtazaoğlu hocam, orta 1 ve orta 2’de İngilizce dersini bize sevdirerek ögreten dünyalar tatlısı Nermin Hacıömeroğlu hocam, Allah rahmet eylesin nur içinde yatsın Murat Ocak Hocam, derslerinden hep 0-1-2 aldığımız ve sınıfın yazılı sonuçlarını okuduğu günlerde sınıfa spor-toto kağıdı getirip toto oynadığımız rahmetli Niyazi Hacırız hocam, 1 şişe büyük rakısını ve 1 koli yumurtasını futbol topuyla kırdığım, kırdığım içinde 1 sene boyunca aforozuna uğradığım Ahmet Acun Hocam, bizimle tenefüslerde bile çocuklar gibi futbol oynayan Oktay Zerrin Hocam, dayağından hep son dakika da kurtulduğumuz Hilmi Berberoğlu Hocam, İngilizce dersini tarih dersine cevirtip, dersini kaynatmaya çalıştığımız Hüseyin Keçeci Hocam, aile dostumuz Hülya Gümrükcü Hocam, dersinde 50 türlü şaklabanlık ve soytarılık yapıp kaynatmak için açığını kolladığım Cemile Baran Hocam , bize beden derslerinde 5’er penaltı attırıp 10 üzerinden not veren sevgili Turan Hatipoglu Hocam ve ismini yazmakla bitiremeyeceğim bütün hocalarım artık yanımızda, karşımızdaydı. Ben ve arkadaşlarım yine azgınlıklarımızı yapacak onlarda bizi affedecekti.

Bir gün okula kuş lastiği götürdüm bahçede tenefüste kırlangıçlara arkadaşlarla taş atıyoruz, havada uçarken kırlangıçı vurmaya calışıyoruz. Bahçe zaten kalabalık bir de kırlangıçlar pike yaparak yere yakın uçuyorlar yani kırlangıç yerine arkadaşın birisini yere indirmek daha kolay. Tam taşı kuş lastiğinin meşinine koydum kırlangıca havada uçarken atıcam, keskin bir ıslık sesi duydum. Fakat her halikarda sese arkam dönük olmasına ve çalanı göremeyişime rağmen, ıslığın bana çalınmış olduğu belliydi. Lastiği indirirdim, arkama döndüm baktım rahmetli Murat Ocak Hocam; lisenin spor salonuna bakan arka kapısında elinde çay bardağı bana bakıyor ve sağ eliyle de bana gel gel işareti yapıyordu.

O yıllarda çay ocağı arka kapının iç kısmında merdiven altındaydı. Allah rahmet eylesin çaycımz Hasan amcanın da az bedava çayını içmedik. Neyse hemen kuş lastiğini katladım pantolonumun arka cebine soktum. Koşarak Murat Hocanın yanına gittim. Bana hiçbir şey demedi sadece avucunu açtı. Anladım lastiği görmüş. Hiç itiraz etmedim, konuşmadım da çıkardım lastiği avucuna koydum. Lastiğe şöyle bir baktı dudaklarınla , “iyi lastikmiş” der gibi yüz ifadesi yaparak lastiği ceketinin iç cebine soktu, sonra da bana bakarak yine hiç konuşmadan el işareti ile “tamam gidebilirsin” yaptı. Sonra öğrendik ki asil hocamız doktor koltuğunda vefat etmiş, bütün okul yıkıldık ama en çok yıkılanlardan birisi de bendim.

Unutamadığım ve komik olan diğer bir anımda; lise yıllarımdan sınıf arkadaşım olan en samimi can dostlarım İsmail Ahıskalı ve Aykut Gezen’le olan maceralarımızdı. O kadar çok ve her biri o kadar komik ki inanın anlatmaya sayfalar yetmez. İlk aklıma geleni size aktarayım.

Her Çarşamba öğlenden sonra iki saat Sanat Tarihi derslerimiz vardı. İsmail’le ikimiz (Bazen Aykut Gezen arkadaşımda gelirdi) hiç Sanat Tarihi derslerine girmez çarşamba günleri öğlenden sonraları okulu asar, ava giderdik. Kulakları çınlasın hocamız Hilmi Berberoğlu sınıfa girer, bizim sıralara bakar yine Ismail’le ben yokum Arkadaşlara “Söyleyin o iki avcıya haftaya teşrif etsinler beyfendileri” dermiş. Biz ertesi günü sabah okula gelince herkes “Oğlum neredesiniz ya, Hilmi acayip kızdı haftaya derse gelsinler yoksa onları ben avlıyacam dedi” derlerdi. Yine çarşamba olurdu, İsmail’le sabahtan plan yapmaya başlardık öğlenden sonra ava kaçalım mı, yoksa Hilmi Hocanın dersine girelim mi... Tabi ki içimizdeki sese uyardık ve yallah yine ava. Hilmi Hoca sınıfa girer ve yine direk bizim sıralara bakar “Gelmediler mi yine, söyleyin o iki dunkofa haftaya da gelmezlerse benden günah gitti” dermiş. Ertesi sabah yine okula geliyoruz herkes bir panikte (sanki Hilmi hocadan dayaği onlar yiyecek)

Arkadaşlar hep bir ağizdan sanki sözleşmiş gibi “Oğlum niye ava gittiniz, bu sefer Hilmi Hocanın hiç şakası yok, vallahi yamultacak sizi, sıkıyorsa haftaya da gelmesinler benden selam söyleyin” dedi.

Aradan 1 hafta daha geciyor, biz yine İsmail’le ava gidecez mi gitmiyecez mi onun mütaalasını yapıyoruz ve karar veriliyor derse girilecek yoksa Hilmi hocann elinden bu sefer bizi kimse alamaz.

Neyse öğlenden sonra okula gelip Sanat Tarihi dersine 2 haftalık bir gecikmeyle giriyoruz. Sınıfın kapısıda hocanın yolunu gözetleyen Şenol bağırıyor -Şenol Meral sınıf başkanımız- “Oturun çabuk yerlerinize Hilmi hoca geliyor.” Hilmi Hoca sınıfa o muhtesem edasıyla giriyor ve direk bize bakarak alaycı bir ifadeyle “oooooo kimleri görüyorum efendim, bizim avcılar teşrif etmişler, nasılsınız bakim, nasıl geçti av partiniz” Bütün sınıf gülmekten yerlerde. Biz vaziyetin ne olacağını kestiremediğimizden ve namlunun ucunda olduğumuzdan ciddiyeti elden bırakmıyoruz ve gayet ciddi “iyiydi hocam, çağırmışsınız geldik”. Yine sınıf gülmekten yerlerde, fakat işin garip tarafı Hilmi Hoca da hiç kızgınlık belirtisi yok. İsmail bana yavaşca diyor ki “Ya gelmese miydik acaba, baksana hiç de kızmış gibi gözükmüyor, herhalde sınıf bizi çekemedi uydurdu.”         

Tam o sırada Hilmi hoca masasının üstünden kocaman Sanat Tarihi kitabını aldı ve sert adımlarla Ismail’le benim üzerimize doğru yürüdü. İçimden dedim ki, “Eyvah ani bir hareketle şimdi kitabi kafamıza geçirecek” yanımıza yanaştı ve kitabin içinden bir sayfa açarak sınıfa bir resim gösterdi. Yüksek sesle “Çocuklar bu resmin ismi Karda Gezen Avcılar”. İsmail’e döndü, tebessüm ederek “Evet avcıbaşı İsmail Efendi, hiç yabancı olmadığın bir konu bize karda gezen avcılar resmini anlat bakalım” İsmail’in verdiği cevap “Hocam çok güzel bir resim, bunlar da bizim gibi karda geziyor, izini belli etmiyor”. Bütün sınıf, ben ve Hilmi Berberoğlu da dahil olmak üzere herkes yine gülmekten yerlerde.

Evet sevgili okurlarım ne ben, ne İsmail Ahıskalı bütün sene Hilmi Hocamızın dersini defalarca asmamıza rağmen ne kötü söz işittik, ne de dayak yedik. Sağolasın canım Hocam.

Sevgili okurlarım daha anlatabileceğim çok sey var, ama sayfalar yetmez. Belki bir sonraki yazımda. Saygılarımla

A Faruk Urfalı

8 Ocak 2009, Bafra Haber

  • BafraHaber Yorum
  • Bafra Lisesi Anılarım içeriğine yorum yapmaktasınız
Favicon
  • Toplam Yorum 0