Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinde ortaya çıkan Pontus meselesi hem etnik hem de siyasi bir gerilim kaynağı olarak dikkat çekmiştir. Karadeniz bölgesinde, özellikle Bafra gibi Rum nüfusunun yoğun olduğu yerlerde, bir Pontus Devleti kurma hayaliyle hareket eden bazı gruplar, bu hedef doğrultusunda çeşitli isyan ve şiddet olaylarına başvurmuşlardır. Coğrafyanın sunduğu avantajlar, bu isyan hareketlerini daha da güçlendirmiştir. Nebiyan Dağı gibi sarp ve ormanlık alanlar, bu gruplar için adeta bir sığınak olmuştur. Bu bölgeler, yalnızca saklanma imkânı sağlamakla kalmayıp aynı zamanda örgütlenmelerini ve daha etkili silahlı eylemler gerçekleştirmelerini kolaylaştırmıştır.
Rum nüfusunun ağırlıklı olarak bulunduğu Bafra civarında, bu grupların saldırıları özellikle Müslüman köyleri üzerinde yoğunlaşmıştır. Bu saldırılar, öldürme, yaralama, köyleri ateşe verme, gasp, hırsızlık, adam kaçırma gibi birçok şiddet eylemini içermektedir. Bu eylemlerin temel amacı, Müslüman nüfusu korkutarak bölgeden uzaklaştırmak ve nüfus dengesini kendi lehlerine çevirmek olmuştur. Öyle ki, Müslüman köyleri arasında yer alan köyler daha sistematik bir şekilde hedef alınmıştır. Yalnızca köyler değil, aynı zamanda gündelik yaşamını sürdüren bireyler de saldırıların odak noktası olmuştur. Tarlasında çalışan çiftçilerden değirmene giden insanlara kadar herkes bu eylemler karşısında savunmasız kalmıştır.
Birinci Dünya Savaşı sırasında ilan edilen seferberlik çağrısına uymayan birçok Rum, Osmanlı ordusuna katılmak yerine dağlara çıkmıştır. Dağlara çıkan bu kişiler, halihazırda bölgede faaliyet gösteren çetelere katılarak bu grupları daha da güçlendirmiştir. Bu durum, bölgede yaşanan çatışmaları daha da yoğun bir hale getirmiş ve Osmanlı Devleti’nin bölgedeki otoritesini sarsmıştır. Bu çatışmalardan biri de Bafra’nın Engiz bölgesinde yer alan Balık Göllerinde 15 Mart 1918’de yaşanmıştır.
15 Mart 1918 gecesi, Deli Andon adlı çete liderinin öncülüğünde 20 süvari ve 30 piyadeden oluşan 50 kişilik bir çete, Bafra’ya bağlı Engiz köyü yakınlarındaki Balık Gölü'nde yaşayan kayıkçılara saldırdı. Bu saldırı sonucunda 9 kişi hayatını kaybetti, 3 kişi ise yaralandı.
Olayın ardından Bafra Savcısı, jandarma komutanı ve belediye doktorundan oluşan bir heyet, soruşturma yapmak üzere olay yerine giderek incelemelerde bulundu. Yapılan araştırmalar sonucunda katliamın şu şekilde gerçekleştiği tespit edildi:
Rum çete lideri Deli Andon ve yaklaşık 50 kişilik grubu, saat 20.00 civarında Balık Gölü kıyısındaki kulübelerde balıkçılık yapan kişileri hedef aldı. Bu kişiler arasında Sürmeneli Osman, Hüseyin Reis ve kardeşleri İsmail, Mustafa ve Ömer; Oflu Mehmet Ali ve kardeşi Ahmet Ali; Akçaabatlı Çecizoğlu Ali; Değirmencioğlu Muharrem; Samsun’un Hançerli Mahallesi’nden Sarı Mehmet oğlu Mehmet; Reis oğlu Celal; Akçaabatlı İvan oğlu Ömer; Hopalı Tahir Efendi oğlu Şemsettin; Kavaklı Ali ve oğlu Hilmi; Samsunlu Bilal; Kayıkçı Temel, Ahmet, Şükrü; Engiz köyü muhtarının oğlu Şükrü; Samsun Düzköy’den Vasil, Kuzma, Kiregi, Yanko, Paskal, Postbıyık Topal Hacı Şamil; Kızılgöl’den Camus Lazari oğlu Kosti ve yine Kızılgöl’den olup isimleri belirlenemeyen yaklaşık 30 kadın yer almaktaydı.
Ayrıca, Balık Gölü’nden balık rüsumu tahsilatıyla görevli Bafra İcra Dairesi’nden Ali Efendi ile hizmetkârı Süleyman ve bu kişileri Bafra’ya götürmek için orada bulunan Sürmeli köyünden arabacı Anayoya da oradaydı. Bu kişiler, yemek yedikten sonra Rumların evlerine gitmelerine izin verdiler.
Daha sonra Hüseyin Reis ve kardeşi İsmail; Oflu Mehmet Ali, Akçaabatlı Hançer oğlu Ali, Değirmencioğlu Muharrem; Kavaklı Ali, Samsunlu Sarı Mehmet oğlu Mehmet ve eniştesi Reis oğlu Celal; Akçaabatlı Ömer, Hopalı Ali, vergi tahsildarı Ali Efendi; hizmetkârı Süleyman ve Engizli Şükrü kulübelerden birine toplandı. Çete, bu kişilerin para ve eşyalarını gasp etti. Ancak alınan parayı yetersiz bulan Deli Andon ve adamları Ayestil, Kuyrak, Kupar ve birkaç kişi daha ateş açarak Sürmeneli Hüseyin Efendi, kardeşi İsmail Efendi, Mustafa oğlu Ali, yeğeni Muharrem, Oflu oğlu Ali, Hemşinli memur Ali Efendi, Akçaabatlı Süleyman, Samsunlu Ahmet oğlu Mehmet ve Kavaklı Ali olmak üzere toplam 9 kişiyi katletti. Samsunlu İsmail oğlu Celal, Akçaabatlı Raif oğlu Ömer ve Hopalı İsmail oğlu Şemsettin ise ağır yaralandı.
Katliamın ardından çete üyeleri, kulübelerde bulunan balık, un, tuz gibi yiyecekleri alarak kaçtı. Kaçarken Bafra-Samsun güzergâhındaki karakollar arasında iletişimi sağlayan telgraf direklerini ve tellerini tahrip ettiler.
Bu olay üzerine Dâhiliye Nezareti, Canik Mutasarrıflığından Deli Andon ve çetesinin yakalanmasını talep etti. Yerel yetkililerin hızla olay yerine intikal edip soruşturma başlatması, devletin konuya verdiği önemi göstermektedir. Ancak çetenin organize bir şekilde saldırı düzenlemesi ve kaçarken haberleşme hatlarını sabote etmesi, olayın planlı ve koordineli bir eylem olduğunu ortaya koymaktadır. Ayrıca raporda, saldırıda kullanılan silahların türleri arasında “dom dom kurşunu” adı verilen, ciddi zarar verme potansiyeline sahip mermilerin bulunduğu belirtilmiş ve bu da saldırının acımasızlığını bir kez daha gözler önüne sermiştir.
1918 yılında Bafra ve çevresinde meydana gelen trajik olay, Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminde yaşanan güvenlik zafiyetlerinin ve etnik temelli gerilimlerin somut bir örneği olarak değerlendirilebilir. Dokuz kişinin vahşice katledilmesi ve üç kişinin ağır yaralanması, bölgede ciddi bir otorite boşluğu bulunduğunu ve kamu güvenliğinin sağlanamadığını göstermektedir.
Katliamın ardından, Rum çete lideri Deli Andon’un Samsun ve Bafra Askerî Kumandanlığına hitaben yazdığı ve olay yerine bıraktığı bir mektup, dönemin etnik ve dinî gerilimlerini anlamak açısından önemli bir belge olarak kayda geçmiştir. Mektupta Andon, Osmanlı Devleti’ni ve özellikle Müslüman-Türk unsurları ağır ifadelerle suçlamış, kendi saldırılarını dinî gerekçelerle meşrulaştırmaya çalışmıştır:
“Samsun ve Bafra Askerî Kumandanı Efendiler,
Bu yaptığınız işlemler Yüce Allah tarafından uygun görülüyor mu? Yoksa hangi devletin kanununda yazılıdır, yapmış olduğunuz muameleler? Her saat, her dakika yaptıklarınız bize malumdur. Bu kadar zulümle üzerimize gelmeniz hiç Allah korkusunu aklınıza getirmiyor mu? Bizim elimizde hiçbir kuvvet yokmuş gibi düşünmeyin. Allah korkusunu hiçbir zaman fikrimizden çıkarmıyoruz.
Çok sayıda Müslüman kişi, Andon Karabey vesikası ile bütün çetelerin zarar görmediğini bilsin. Eğer isteseydim, sizin ahlaksızlıklarınızı Çiftlik ve Ormanus muharebesinde iki yerde esir alabilirdim. Ancak, devletle ilişkimiz olmadığından bunu yapmadık.
Eğer siz beş altı yaşındaki çocukları ve seksen doksan yaşındaki yaşlıları süngüyle öldürüyorsanız, bizim dağ komutanımız da bu tür işlemleri icra etmeye hakkımız olduğunu düşünür. Siz, ey akılsız Türkler, bizi akılsız zannetmeyin. Biz de aklımızı toparladık ve sabrettik. Allah sualini sizden sorsun. Biz bismillah diyenlere sizin yaptığınızı yapacağız.
Bu yıl Samsun, Bafra ve Amasya arasında sizin adamlarınız ve telgraf direği bulamayacaksınız. Karakolların hayrını göremeyeceksiniz. Biz bunları yapmadık ama siz bizi bunları yapmaya mecbur ettiniz. Eğer bir köpek ölseydi, beş altı sene ceza alırdınız; değil köpek, bunlar insandır.
Ey Allahsız Türkler, bu yaz Samsun, Bafra ve Amasya’ya kadar Türk soyunun bütün kafalarını koparsak bile kurtaramazsınız. Buna göre işinize devam edin, yani milleti tüketelim gibi. Bundan sonraki yıl, çete ile asker karşı karşıya gelecek. Bu kadar söz yeter, ey Allahsızlar.”
Bu mektup, Andon’un eylemlerini bir tür “karşı misilleme” olarak kurgulayıp kendi çete faaliyetlerini dinî meşruiyet zeminine oturtma çabası içinde olduğunu açıkça göstermektedir. Aynı zamanda çetenin tehdit diliyle Osmanlı devlet otoritesine açık bir meydan okumada bulunduğu görülmektedir. Mektupta kullanılan “Allahsız Türkler” gibi ifadeler, dini kimlikler üzerinden geliştirilen düşmanlaştırıcı söylemin bir örneğidir. Bu belge, dönemin sosyal, siyasal ve kültürel gerilim ortamının yazılı bir tanığı olması açısından önem arz etmektedir.
Bu olayın hafızalarda yer eden en somut sembollerinden biri, Samsun’un İlkadım ilçesi Kökçüoğlu Mahallesi'nde yer alan Şeyh Seyyid Kutbiddin Mezarlığı’dır. Katledilen balıkçılardan Sürmeneli Hüseyin Efendi ve kardeşi İsmail Efendi'nin burada defnedildiği bilinmektedir. Olayın tanıklarından biri olan, dönemin 17 yaşındaki gençlerinden Mustafa Demircioğlu, yaşadığı travmatik deneyim sonucunda akıl sağlığını yitirerek kısa süre sonra hayatını kaybetmiştir. Mezar taşında “Olayın tanıklarından, çıldırarak öldü” ifadeleri yer almaktadır.
Mezarlıkta bulunan bir kitabe, olayın tarihini 1 Mart 1918 olarak belirtmekte ve şehit sayısını 19 olarak göstermektedir. Ayrıca aynı yazıtta, Kuvay-ı Milliye kurucu komutanlarından Şehit Sürmeneli Mehmet Efendi, Komutan Akçabatlı Yusuf Çavuş, Sürmeneli Deli Ömer ve silah arkadaşlarının isimleri de anılmaktadır. Bununla birlikte, Osmanlı arşiv belgeleri olayın 15 Mart 1918 tarihinde gerçekleştiğini ve toplam dokuz kişinin şehit olduğunu göstermektedir. Bu bağlamda, kitabe üzerinde yer alan tarih ve kişi sayısının arşiv kaynaklarıyla çeliştiği anlaşılmaktadır. 19 şehit sayısının kaynağına ilişkin herhangi bir resmî belge veya güvenilir bilgi bulunmamaktadır.
Ayrıca Balık Gölü Katliamı’na ilişkin Osmanlı arşiv kayıtlarında, kitabede ismi geçen kişilerden biri olan Sürmeneli Mehmet Efendi hakkında herhangi bir bilgi yer almamaktadır. Bu durum, söz konusu ismin kitabelere sonradan, halk hafızasında şekillenen kahramanlık algısıyla eklendiği ihtimalini güçlendirmektedir. Nitekim Samsun Mutasarrıfı Kapancızade Hamid Bey’in hatıratlarında yer alan bilgilere göre, Sürmeneli Mehmet Efendi 1919 yılında Bafra bölgesinde 20 ila 100 kişiden oluşan bir çete kurarak, bölgede devlet otoritesinin zayıfladığı süreçte halkı Rum çetelerine karşı koruma amacıyla harekete geçmiştir. Hamid Bey’in Samsun’a atanmasının ardından Mehmet Efendi’ye ve diğer çete reislerine silah bırakmaları ve jandarma teşkilatına katılmaları yönünde çağrıda bulunulmuştur. Başlangıçta bu teklife direnen Mehmet Efendi, nihayetinde çetesini dağıtarak adamlarıyla birlikte jandarma teşkilatına katılmış ve böylece bölgedeki güvenliğin yeniden sağlanmasında önemli bir rol üstlenmiştir.
Bu bilgiler ışığında değerlendirildiğinde, Sürmeneli Mehmet Efendi’nin Balık Gölü Katliamı’nda doğrudan yer aldığına dair arşivsel bir delil bulunmamakla birlikte, sonraki dönemde gösterdiği yerel direniş faaliyetleri nedeniyle halk arasında sembolleştiği ve bu bağlamda mezar kitabesine adının eklendiği düşünülmektedir.
Önceki yıllarda bazı gazeteciler tarafından olay hakkında yapılan haberlerde, mezarlıkta beş şehidin bulunduğu iddia edilmiştir. Ancak yapılan belge incelemeleri, şehit olduğu bilinen dokuz kişiden yalnızca ikisinin isminin arşiv kayıtlarıyla örtüştüğünü ortaya koymaktadır. Ayrıca mezar taşlarında yalnızca iki bireyin taşında “şehit” ibaresi yer almaktadır. Bu durum, konuya ilişkin bazı medya içeriklerinin tarihsel gerçeklikten uzak ve araştırma açısından yetersiz olduğunu göstermektedir.
Söz konusu olay, Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminde yaşanan merkezi otorite kaybı ve yerel düzeyde yoğunlaşan etnik gerilimlerin bir sonucu olarak değerlendirilebilir. Yaşanan katliam, dönemin sosyo-politik koşullarını anlamak ve halkın maruz kaldığı travmaları analiz etmek açısından önemli bir tarihsel veri sunmaktadır. Şeyh Seyyid Kutbiddin Mezarlığı’nda yer alan bu mezarlar, yalnızca bireysel kayıpların değil, aynı zamanda bir dönemin belirsizlik ve şiddet ortamının da kalıcı tanıklarıdır.
Emin Günaydın
Tarihçi-Sosyolog
23 Haziran 2025
Andon da haklı , yapmıştır bizimkiler de . köprü de kendi askerinin erlerin kafasını da kesip atmadılar mı ... valla inanırım anton
Nasil bir turk dusmanligi var içinizde,olayi nerden nereye bagliyorsun,
Rumlar durup dururken mi çıkmış dağlara. mektupta andın yapılan yanlışlar üzerine çete olduklarınıda anlatmış bir güzel. bizde masum değiliz.
Sen mutlaka burada kalan rumlardansın. birde tc.de türk yazar değil mi
Yannis sen misin?
Emin bey; akademik düzeyde tarihi bir araştırma yapmışsınız; keşke bu yazınız sizin tarafınızdan daha fazla tarihi bulguyla yanlış bilinenlere karşılık olarak akademik bir makaleye dönüştürülmüş olsaydı (belki de dönüştürülecektir). bafra ile ilgili bu araştırmalar tarihi açıdan çok önemli. umarım size ve çalışmalarınıza bafra'nın yöneticileri ve bafra halkı tarafından sahip çıkma nezaketinde bulunuluyordur. kaleminize sağlık, kolaylıklar diliyorum. (ayrıca bu bilgileri yayım ortamında bize sunan bafra haber'e teşekkür ederim.)