Yitip giden zamanlarda Bafra esnafları

Yitip giden zamanlarda bafra esnaflari

Adalet Partisi Genel Başkanı Süleyman Demirel, seçim zamanı, meydanlara indiğinde, “benim, köylüm, benim işçim, benim, dul ve yetimim, benim emeklim” diye diye konuşmaya başlardı.

Ben sizi yine o yıllara, 40 yıl öncesinin Bafra’sına götürecek, Bafra’nın sokaklarında dolaştıracak, çoğu yok olan meslekleri hatırlatacağım.

Hiçbir şeyin ziyan edilmediği o yıllarda; ağaçlardan düşen elmaların dilimlenip kurutulmasıyla kışlık yiyeceklerimizden biri olan hoşaf, cenderelerde sıkılması ile sirke elde edilir, incir ağacının son kalanlarıyla da reçel yapılırdı.

Evdeki yiyeceklerin atıldığı görülmüş bir şey değildi…

Bayatlamış ekmekler atılmaz, bizim ekmek ıslaması bazılarının ise papara dediği yemeğimiz yapılırdı.

Sadece yiyecekler miydi ziyan edilmeyen…

Eskimiş tüm elbiseler, örtüler, her tür kumaş, 2-3 santim eninde makaslarla kesilerek yumak halinde sarılır, yeterli miktarda olduğunda, Elektrik Fabrikasının orada bulunan kilimciye götürülüp, onlardan o zamanki evlerin vazgeçilmezlerinden olan kilimler dokutturulurdu. Ben babaannemle beraber gider, o kilim dokuyan amcayı saatlerce izlerdim.

Aynı civarda elmalı şeker yapan bir amca vardı. Yaptığı elmalı şekerleri, üstten kapaklı teneke kutusuna koyar ve satışa çıkardı. Rastgelirsem mutlaka bir elmalı şekeri babaanneme aldırırdım.

Çoğu insan farkında olmasa da o semt küçük zanaatkârlarla doluydu.

Üzerinde yatılarak, oturularak kullanılamaz hale gelen yatakların, minderlerin, yorganların yün veya pamukları hallaca götürülerek makinelerde kabartılır, havalandırılır ve temizlenirdi.

Bugünkü nesil ne hallaç bilir ne de yün atma. Hallaç pamuğu gibi atmak deyimini dahi bilmeyenlerimiz vardır.

Hallaca götürdüğümüz yün ve pamukluları teslim edene kadar içerdeki toz bulutu tüm giysilerimize, saçımıza, başımıza yapışır, kolay kolay da çıkmazdı.

Karakolun karşısındaki araya girdiğimizde ilk gördüğümüz esnaf, el arabasında kral adıyla tükürük köftesi yapan amcaydı. Tükürük var mıydı yok muydu bilemem ama yaptığı köfteler gerçekten lezzetliydi.

Köftecinin hemen yanında su resmi yapan fotoğrafçılar vardı. Fotoğraf çektirecek adam bir sandalyeye oturtulur, hiç hareket etmemesi istenir, üçayaklı fotoğraf makinasının önündeki kapak o sırada açılır, birden beşe kadar sayılarak tekrar kapatılırdı.

Bütün hareketler seri ve ritmik bir şekilde yapılır sonra karanlık odadan alınan fotoğraf kâğıdı, hiç ışık görmeden su dolu kutucuğa konup arap denilen negatif resim elde edilirdi.

Bu resim bize çok komik gelirdi. Kurutulan arap resim tekrar fotoğraf makinasının önüne konulur pozitif resim elde etmek için, tekrar fotoğraflanırdı. Bütün bu olan biteni izlemek gerçekten çok hoştu.

Meydandaki kebab lokantalarının yanında el arabasında şıra satan Sami Dayı vardı. Siyah kuru üzümün çekirdekleriyle birlikte kıyma makinasında öğütülmesi, sonra sulandırılması ve karanlık bir yerde mayalandırılmasıyla şıra elde ediliyordu.

Şıranın tadını bilip de içmeden oradan geçebilecek bir Bafralı azdır. Gerçekten harika bir içecektir ve tandır kebabının ayrılmaz parçasıdır. Şimdilerde köfteciler de şıra yapıyor ama bu güzel içecek maalesef uzun süre saklanamıyor. Şıradaki mayalanma sürekli olduğundan uzun süre beklettiğiniz takdirde sirke içmek zorunda kalırdınız.

Şıracıyı geçip, Çarşı Camisi’nin arasından sola döndüğünüzde, Kuru Kahveci Fehmi Amcanın çektiği kahvelerin büyüsüne çoktan kapıldınız demektir. O güzel kahve kokusunu yıllarca hiçbir yerde alamadım.

Fehmi Amcanın işyerinin arkasındaki sokakta ise müşterinin ayağına göre ayakkabı diken kavaflar vardı. Ellerindeki falçeteyi inanılmaz ustalıkta kullanan kavaflar, ayakkabının tabanını tutturmak için tahta çivileri kırmadan çakıyor, diktikleri ayakkabıları son işlem olarak tahtadan yapılmış olan kalıplara yerleştiriyorlardı.

Soba yapan tenekecilerle, yük ve binek hayvanlarında kullanılan eşyaları yapan dericiler aynı yerdeydi. Onları izlerken de çok büyük keyif alıyorduk.

Galvanizli saç tabakalar, o maharetli eller tarafından ördek ve talaş sobalarına dönüşürdü. Soba altlıklarının kenarları motifli saçlarla çevrilerek çok hoş görünürdü.

Dericilerin yaptığı eğerler, üzengiler, kırbaçlar, kendine has deri kokusuyla içinize ruhunuza işlerdi.

O sokaktan Beşyol tarafına döndüğünüzde sağ tarafta helva imal edip satan işyeri karşınıza çıkardı.

Koz helvaların, tahin ve yaz helvalarının tadına doyum olmazdı. Helvanın olmazsa olmazı eğer mevsimiyse çekirdeksiz taze üzümdü.

Bir köylü şehre inmişse mutlaka helvacıya gider, gitmemişse köylü tarafından  “helva ekmek yemediysen şehre ha gittin, ha gitmedin” diye dalgaya alınırdı.

Helvacının az ilerisinde ise İstanbul Börekçisi vardı ve poğaçası çok güzeldi. Bafralıların tamamı hamur işi hastası olduğu için börekçi çok iş yapardı.

Börekçinin ilerisindeki soğuk demir işleyenler, mükemmel güzellikte demir kapılar, bahçe ve pencere korkulukları yapar, seyreden çocuklardan hiç rahatsız olmazlardı.

Pazar günleri pikniğe giderken buz aldığımız kalıp buz imalatçısı da oralardaydı. Kocaman kalıp buzlar ortasından delinir ve ip geçirilerek taşınırdı.

Tuz çeken imalatçıların topak tuzları değirmene atıp öğütmesi de yine o caddede yapılırdı.

Beş adet yolun kesiştiği Beşyol mevkisinde, elde çevrilen körüğün üflemesi ile kor haline gelen kömürün kıpkızıl hale getirdiği demiri işleyen zanaatkarlar vardı. Bunlar genellikle balta, kazma, bıçak, satır gibi aletler imal ederlerdi.

Bizim en çok ilgimizi çeken zanaatkarların başında seyyar kalaycılar geliyordu. Seyyar kalaycılığı sadece göçebe çingeneler yapıyordu.  Yılın belli zamanlarında mahalle mahalle gezerlerdi. Biz de, konu komşunun bakır kaplarını toplayıp kalaycıya taşıyarak onlara yardım ediyorduk.

Kalaycı mahalle çocuklarının bakışları altında önce yere bir çukur açıyor, açtığı çukura seyyar körüğün ucunu denk getirip üzerine odun kömürü koyuyor, kömürler kızıl renkli olana kadar körükle üflüyordu.

Sonra bakır kapları onun üzerinde ısıtıyor, nişadır sürülmüş üstüpü ile kaplar paslardan arındırılıyordu. Kalaylama işi sıcak haldeyken üstüpüye bulaştırılmış kalayın kaplar üzerinde gezdirilmesiyle son buluyordu.

Mahallede kalaycının olduğunu bir kaç sokak öteye kadar yayılan ve insanı rahatsız etmeyen kokusundan anlıyorduk.

Beşyol’daki itfaiyeden sola döndüğünüzde yün pazarı denilen yere giriyordunuz. Orada elekçi denilen insanlar, elek, oklava, yaslağaç, tahta kaşık ve davul yapıp satarlardı. Ellerinde doğru dürüst bir makina olmadan bu işi yapmalarına hep imrenmişimdir. 23 Nisan’daki merasim yürüyüşlerinde çalacağımız davulları oradan alırdık. Daha sonra metal trompetler çıksa da onlar yıllarca orada davul satmayı sürdürmüşlerdi.


Şimdi göz hakkı da olan elde dondurma yapanlardan bahsetmek istiyorum. Sütun içine konulan salep ve şeker yeterince kaynatılıp soğutulduktan sonra, yaklaşık 50 cm genişliğinde tahtadan üstü açık bir varilin içindeki bakır kazana konur, kazanla tahta varilin arasındaki boşluğa konulmuş bez torbaya buz parçaları yerleştirilir ve soğutularak dondurma elde etmeye çalışılırdı.

Bakır kazan kapağı kapatıldıktan sonra hiç durmadan buzun içinde döndürülür, buzun içine ara sıra da tuz atılırdı. Bunun niye yapıldığını o günlerde hiç anlayamıyordum.

Yıllar sonra buzun bir an önce eriyip soğukluğunun şok etkisiyle dondurmaya geçmesi için yapıldığını öğrenecektim. Bu bir çeşit şoklama işlemiydi. Artık dondurma hazırdı. Tok gözlü sayılabilecek dondurmacı bizim göz hakkımızı verir dondurmasını satmaya başlardı.

Bilhassa Ramazanlarda veya misafir geldiğinde yapılan kadayıfı, Hacıömerlerin evinin yanındaki Kadayıfçı Ali dedikleri adam yapardı. Kadayıf, altı delikli 5 kiloluk Vita yağı tenekesine boşaltılan cıvık hamurun, tüpgazla ısıtılan sıcak sacın üzerine dökülüp, kızarması ile elde ediliyordu.

Kadayıfçının hemen karşısında, o zamanın ulaşım aracı olan şimdilerde ise turistik amaçlı yaşatılan faytoncular vardı. Sıra sıra dizilen atlı faytonlar o dönemin insanlarının taksileriydi. Her yere onlarla gidilir, faytoncunun çaldığı zil her yerden duyulurdu.

Atların tırnaklarının törpülenmesini ve nal çakılmasını seyretmek başka bir zevkti. Başka bir zevkimiz daha vardı… Eski nalları ne yapıp edip faytoncudan alıp biriktirmek ve hurdacıya satmak.

Bir zamanların Bafra’sında ne çok meslek varmış değil mi? 

Recep Yılmaz

  • BafraHaber Yorum
  • Yitip giden zamanlarda Bafra esnafları içeriğine yorum yapmaktasınız
Favicon
  • Toplam Yorum 0