Tiyatrodan da yoksun bırakıldık, izleme adabından da

Yazar olmayan için zoraki yazmak da pek zormuş. Bir tarafınız hadi yaz der öte tarafınız daha sonra. Zoraki diyorum çünkü 35’ine kadar hiç yazma denemesinde bulunmamış birinin şimdi görevi gereği yazmak zorunda kalması bu. Görev dediysem de memur değiliz. Vaziyetten görev çıkardık kendimize. Kayıp geçen günleri ve alıp götürdüklerini gördükçe dayanılmaz bir hal alıyor ve daha ertelemeden gecenin ikisinde yazdırıyor malum vaziyet.

Bafra’daki olmayan, daha doğrusu yok olan kültür yaşamı ve tiyatro üzerine yazmaya çalışacağım. Sırası gelmişken de bir yerlere değdireceğim sözlerimi.  

Bu yazıyı geçen sene Meslek Yüksek Okulunun Bafra’ya her sene kazandırdığı oyundan sonra yazmayı planlamıştım. Dedik ya, yazar değiliz ve bugüne kaldı. Bugünü tetikleyen de en son sergilenen Öğretmenlerin tiyatrosuydu. 

Pazar günü Çarşambaspor maçını izlemeye gittiğimde sevdiğim bir ağabey yanımdaydı. Bir ara söz nasıl oraya geldiyse tiyatro oyunundan söz etti: “Yaa Bafra’da tiyatro izlenmez, kalkıp gidenler, ağlayan çocuklar …” diye şeklinde uzatacaktı ki, aman dur, bu oyun her yönüyle yüzde seksen başarı ile oynandı, dedim. Şaşırmıştı benimde aynı tepkiyi vereceğimi sanıyordu. Bilir beni, bu konulara karşı hassasım. Nasıl yani dedi. 

Evet, salonda diğer oyunlara göre yüzde seksen başarı vardı. Bu öğretmen farkıydı. Oynayanların öğretmen, izleyenlerin çoğunluğunun öğretmen olmasıydı farkı yaratan. Öğretmenlerin oyununu izlerken kafamda sürekli notlar aldım. Oyun ne zaman başladı, ilk ayrılmalar ne zaman oldu ve hangi makamda oldu. Kaç şerefli gelip bizi ya da oyunu şereflendirdi, şereflilerin  koltuğuna daha kimler oturdu. Kaç çocuk ağladı, kaç telefon çaldı. Oyun sonunda kaç kişi kaldık vs.

Biraz geriye gidip geçen sene oynayan oyun ile bu oyunu karşılaştırdım. Aklımdan çıkacak gibi değildi  zaten. Öyleyse geçen seneyi biraz kurcalayalım.

“Bafra’da oyunlar zaten 30 dakika geç başlar, bilerek davetiyeye öyle yazıyorlar”  rahatlığı ve kurnazlığı ile oyuna 30 dakika geç gelenler ve bir de gerçekten geç kalanlar yüzünden kırk beş dakika geç başlayan bir oyun. Kırk beş dakika geç başlayan oyundan sonra hala geç gelen insanlar. Ve  o kadar rahat geliyorlar ki biz geldik dercesine etekleri zilli, topukları çivili.

Oyuna geç gelme merasimini hallettik şimdi sıra dayanamayıp oyunu terk etme furyası başlıyor. Aman biri kalkmasın,  diğerleri telepati ile anlaşmışlarcasına peş peşe diziliyorlar tespih taneleri gibi. Ya sabır diyoruz tespihi de yanımıza almamışız ama. Peki, tamam gidiyorsunuz, güle güle demeyeceğim ama gitmenin de bir adabı vardır. Sert topuklu ayakkabı giymiş genç delikanlı ben buraya nerden geldim dercesine oturduğu yerden kalkıyor ve en kısa gördüğü tarafa dönüp, herkesi dik oturtup ayaklarını içe çektirerek ilerliyor. Sıra oyunun fon müziğinde, Hüseyin ağabeyimiz müziği unutmuş. Oyunun en sessiz anı tak tuk sesler ile bozuluyor. Yer döşemesi o kadar berbat ki iğne düşse ses çıkacak, düşün ki bunlar yetmiş seksen kiloyu taşıyan kalın ve sert topuklu  ayakkabılar. Oyun da bozuldu biz de ama delikanlı hiç tınlamıyor. Bayağı da iyi yürüyor tak, tuk, tak, tuk... Önlerden kalktıysa vah halimize. Eğilmiyor, hızlanmıyor. Herkesin  ona bakmasından rahatsız değil. Kendinden emin ilerliyor. Ve peşi geliyor… Meğerse oyunu kaldıramayan, hazmı zayıf kişiler çokmuş. Perdeyi beklemek gibi bir lüksleri yok. Hem ne gerek var, canının istediğini yapmak özgürlük değil mi, oyunda özgürlük üzerine yazılmıştı zaten. Bu hakkın en iyi kullanılacağı an bu. Canın istedi kalk, canın istedi otur.  

İşte biz de bu esnada koltuğumuzda kıpırdayamıyoruz. 

Koltuğa yapışmadık, sopa da yemedik, sopa da yutmadık diyeyim. Yemedik deyince akla dayak yemek gelebilir. Hani etrafta da bir sürü öğretmen var yani.

Efendim kıpırdayamıyoruz çünkü pekmez uyanır. Bu “pekmez uyanır” okullu olduğum günlerde okuduğum bir kitaptan aklımda kaldı ama kim yazmış hangi kitap hatırlamıyorum. Belki bir öğretmenim bana hangi kitapta geçtiğini hatırlatır. Kıpırdayamıyorduk çünkü içeride askerler var ☺) Yahu lafı ne  kadar uzatıp nerelere getirdim. Bende yazar olmak için bayağı zorlanıyorum galiba. Kolay ne olmuş ki zaten, öyle değil mi?

Yine tekrar; kıpırdayamıyoruz çünkü üstünde oturduğumuz sözde koltuklar, Yanni’nin orkestrası gibi çok başarılı. Kimi koltuktan viyolonsel kiminden de çello sesi çıkıyor. Sese gerek yok efendim, zaten ara sıra Balık Ayhan’dan darbuka resitali dinliyoruz.

Lafı eveleye geveleye koltukların berbatlığına getireceğim. Koltukları yazdıkça gıcırtısı Başkan’ın kulağına gelecek. Eee işimiz bu. Birilerinin kulaklarını tırmıklamak.

Fakat bu koltuk kısmına çok değmeyeceğim çünkü bu özel bir yazı olacak. Topyekûn Kültür merkezini ele alacağız.

Ah  bu koltuklar… Tiyatroda çıt çıkmaz. Biz de çıtırtı çıkarmamak için kıpırdayamıyoruz. Kıpırdamadan da olmuyor ki. Popomuz, sırtımız acıdı. Bizim koltuklar şerefsiz, mavi boncukları yok diğerleri gibi. Orayı yapan, yirmi otuz kişiye reva görmüş biraz yumuşak koltukları.

Lafı çok uzattım, ben geçen seneki oyunu anlattım. Bu oyunu izleyip yazmaya karar verince başlık olarak öğretmen farkıyla diyecektim. Çünkü farkı vardı.

Şimdi bu olumlu farkları ve sahne gerisini yazalım. Tabi birazcık da laf sokuşturarak bir yerlere.

Öğretmen tiyatrosuna ilk kez geliyorum. Mustafa Hocamı da herkes gibi bende tanırım. İşini layıkıyla yapan, disiplinli, çalışkan ve sempatik biridir. Bakalım bu Hoca oyunu ne zaman başlatacak diye merak ettim. Beş, altı derken 10. dakika da mikrofonu eline aldı. Bu kadarı Muhsin Ertuğrul’da da olur. Kısa, keskin S’li bir hoş geldiniz ve peşinden tiyatro salonlarında pek göremeyeceğiniz filmin perde arkası, pardon oyunun videoya çekilmiş perde arkası. İşin doğrusu çok hoş durdu. Tiyatro, sinema karşısında yaşama savaşı verirken teknolojiden bu şekilde faydalanması güzel ama bence oyunun sonunda olmalıydı.

Durun yukarıdaki –S- ye bir değinmem olacak. Hocama söz yok. Adettir uyguluyor; Ön sıralarda oturan bu şerefliler isimlerinin böyle kalın ve keskin S (sayın) ile takdim edilmesinden hoşnut mular? İsimlerini tek tek açmadan hepimize birden ‘hoş geldiniz’ deseydi kızarlar mıydı acaba..? Mustafa Hocayı başka bir okula sürerler miydi? Burası bir tiyatro salonu ve oradaki herkes değerlidir, sayındır. Buna kompleks de diyenler çıkacaktır. Ama tiyatro salonlarında hoş durmuyor bence. Öne çıkması gerekenler oynayan ve oynatanlardır. İzleyenler ancak şereflenebilir orada, benim görüşüm şeref veremezler. 

Şimdi de şu şerefliler tabiri için de bir şeyler yazayım yoksa yanlış anlaşılır, söz bu her tarafa çekilir. Beyler çağdaş devletlerde, öyle şeref koltuğu vs yoktur. Varsa varsa protokol için ayrılan bir bölüm vardır. Bir şehirdeki protokol sayısı bellidir. Onların yerleri de tapulu değildir. Örnek Kaymakam Bey, oyunu izlemeye gelecekse bu bilinir ve en  müsait yere kağıt üzerinde ismi yazılır. Böyle bir salonu başka yerde görmek çok zordur. Yaklaşık elli kişilik şeref/protokol koltuğu. Eşi dostu yedi sülalesi sığar oraya protokolün. 

Ben modern bir şehirde yöneticilerin böyle özel şeyler beklemesini anlayamıyorum. Bu bekledikleri anlamına da gelmez. Orası makam değil. Hepimizin beraber geçireceği bir iki saat. Bir yöneticiye özel bir yer ayırtılmasını bir sebeple normal görürüm, o da ancak güvenlik sebebiyledir. Hakkâri’de görev yapmıyorsunuz ki salona bomba koysunlar, çete de kalmadı gibi şükür. Öyleyse neden. Tabi bu yazdıklarım tiyatro, sinema gibi sanatsal salonlar için geçerlidir. Spor salonları özellikle stadyumlarda protokolün güvenliği sağlanmalıdır. Bu haftaki maçı seyredenler varsa Protokolümüzün ne kadar da çok olduğunu görmüştür.

Belli başlı protokol oyunu izlemeye gelecekse bildirsin yerleri ayırtılsın, koltuk üzerine isimleri yazılsın. Öyle bölünmüş mavi kumaşlı bir yer değil tabiî ki. Öndeki koltuklardan en uygun olanı. 

Tiyatrolarda koltuklar ya numaralıdır, ve, örneğin –büyük şehirlerde tiyatro sezonu başlamadan biletler satışa çıkar ve tiyatro severler sevdikleri oyunları önde izlemek için oyunlar sahnelenmeden çok önce yerlerini satın alırlar-. Ya da numarasızdır önce gelen iyi yere oturur. 

Oyuna dönelim, sahne hakkında söylenecek tek şey şu: oynayanlara, çalıştıranlara, organize edenlere, destek verenlere çok çok teşekkür ederiz. 

Şimdi öğretmen farkıyla ne oldu bu oyunda... Biletlere özel olarak yazılmasına karşılık birkaç çocuk getirildi. Ben de geçen sene getirmiştim ve bizimki de bir ara çıngarı çıkarmıştı. Dersimi aldım bu sene getirmedim. Görebildiğim kadarıyla birkaç çocuk vardı ama yettiler. Biri ansızın çıngarı çıkardı, diğeri tam arkamda sol koridorda olta attı. Bir iki kez arkaya baktım ama pek oralı değil. İnadına yanıma gelip muzipçe gülüp kaçmaya başladı. Arkaya da bakmadım, olacak o kadar, dedim.

Oyuna geç giren çok azdı. Oyundan çıkan da az sayılır. Ama ilginç olan çıkan genç kardeşler, perde arasından üç beş dakika sonra kalktı. Ve yine bir tanesi taktukçuydu. ☺ şimdi yükselen değer kano gibi uzun burunlu, yumurta gibi topuklu ayakkabılar.

Sevgili arkadaşlar tiyatroyu diğer sanat dallarından ayrı görelim. Muhsin Ertuğrul Türkiye’de tiyatro sanatını yaygınlaştırmak, izleyicisi çoğaltmak için çok şey yapmıştır. Hatta bir de tiyatro izleme adabı adlı bir yazısı da vardır. Biz Bafra’da tiyatrodan da yoksun bırakıldık, izleme adabından da.

Altmışlı yıllarda Halkevleri sayesinde Bafra’da oyunlar sergilenmiş hatta başarılar almışken şimdilerde ise oyunları mum ile arıyoruz. Bulduğumuz oyunu da yumurta topuklar yüzünden izleyemiyoruz.

Bafra’da tiyatro çalışmaları yapılırken bir yanda da izleme adabı konusunda bir şeyler yapılmalı. Yapılacak o kadar çok şey var ki. En güzeli bütün okullarda birer ders tiyatro adabı konusu işlenebilir. Belirli bir seviyeye gelene kadar oyunlardan önce, nasıl cep telefonlarınızı lütfen kapatın deniliyorsa; lütfen oyun içinde perde arasına kadar dışarı çıkmayınız, oyunlara geç gelmeyiniz, oyun oynanırken fısır fısır konuşmayınız, denilebilir, denilmeli. Biletlerin arkasına bu kurallar yazılabilir. Bu bizi küçük düşürmez. Bir bakmışız ki, beş sene sonra o davetiyeler tarih olmuş.

Buraya kadar okuduğunuz için teşekkür ederim. Bir sonraki yazım asıl konumuz salon hakkında olacaktır.

Ali İhsan Başaloğlu
Haziran 2006, BafraHaber.com

Sevgi ile Kalın…

  • BafraHaber Yorum
  • Tiyatrodan da yoksun bırakıldık, izleme adabından da içeriğine yorum yapmaktasınız
Favicon
  • Toplam Yorum 0