Milliyetçilik yükselişte mi`

Yakın zamanda ülkemizin entelektüel çevresi Milliyetçiliği uzun uzun tartışarak, bazı kelimelerden kavram kargaşası yarattılar. İçinden çıkılmazlık, bizim birçok hususta vazgeçilmez yazgımız olmuştur. Kuvvetle ihtimal, yer gözetmeksizin kenarından köşesinden mutlaka konuşulan, anlatılan Milliyetçilik hususunda yanılgılarımız bir hayli yüksek. Dinleyiciliğe olan meyilli yanımız aynı zamanda araştırma ve öğrenme fiiliyatlarımızın da infazına sebep olmuştur.

 Milliyette şecere aramak çok da bütünleyici ya da kavrayıcı bir yaklaşım olmasa gerek.. Bu anlamda, mevcut saf ırkı bulsak onu izole mi edeceğiz sorusuna cevap bulunması gerekir. Sorular ve cevaplar şöyle dursun, Türk ırkının dünya tarihindeki yazılı metinlere ilk girişi, gelişimi, göçleri ve diğer ırklarla birlikte kaynaşması, başlı başına yılları, yolları ve milyonlarca insanı ile birlikte bilinmezliğini muhafaza eden/edecek durum içerir.
 
 Osmanlıya tabii vatandaşlar, imparatorluk çatısı altında huzur ve güvenle yaşaması taahhüt edilen bütünün parçalarıdır. 1299’dan, 1923 yılına kadar geçen zaman, inanç farklılıklarını da kendi topraklarında, şehrinde hatta mahallesine kadar uyum tabanında ilişkiler besleyen bir halk yarattı.. Dolayısıyla, beylikten devlet olmayı ve sonrasında farklı etnik grupları içine almayı kendine görev edinen soyumuzdan şecere farklılıklarını gözetmek, bu imparatorluğun doğuşunda hizmet edilen düşünceye aykırı bir düşüncedir. Asıl önemli nokta, “İmperial” yani İmparatorluk düzeninden doğan Emperyalist yaklaşımların sadece Osmanlıyı kapsamadığıdır. Sömürmek yerine iç içe yaşamayı arzu etmiş ve başarabilmişsek, amaç asla, sonrasında cımbızla aralardan seçmek değildir.

 Millet ne ırki ne de kavmi bir topluluktur. Lisanca, dince ve en önemlisi ahlakça müştereklik içeren topluluktur. Her ne kadar Millet kelimesine din ve şeriat denilebilse de, burada kast edilen mana aslında tıpkı insanımızın “Dili dilime, dini dinime uyan” atasözüne benzer bir hadisedir. Demek ki ırk ayrımı bambaşka bir hadisedir. Milliyet; aidiyetlik, biz, bizden duygularını içerdiği bilgisi ile bir bütünü parçalayıp farklı kimlikleri belirlemenin gereksiz olduğu açıktır. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan herkes Türk’ tür ve herhangi ayrıma tabi tutulmamalıdır. Türkçülük düşüncesi ve ideali var olduğu toplum içinde bazı toplumsal farklılıkları ısrarla gözeterek içinden çıkarmayı marifet saymayan geniş bir fikir sistemidir. Bunu böyle bilmek gerekir.

 Aslı şu ki, Milliyetçilik tüm insanlık tarihini kapsayacak bir düşünce sistemi olmamıştır. Avrupa’da 18. yüzyılda halkın siyasi yaşama aktif katılımı ile başladığını söyleyebiliriz. Ulus devletlerin Emperyalist devletlerce desteklenmesi, her ulustan bir devlet yaratılması gibi düşünceler, oluşumları fişekleşmiştir. İlginçtir, Milliyetçilik üzerine planlanan senaryo tamamıyla farklılıkları, savaşları ve git gide azalmayı kolaylaştırmıştır. Yakın tarihimize kadar bu hep böyle gelişmiş ve Batı, milliyetçilikten Faşizmi üretmiştir. Onların liberal aldatmacasının emperyalizme hizmet ettiği de aşikârdır.

 Arapların felsefeyi Bizans’ tan çeviri yaparak öğrendiklerini ve geliştirdiklerini, Türklerin’ de bu hususta Arap bilginlerinden faydalandıklarını söyleyebiliriz. Tarihte Roma için güzel bir tanımlama vardır; Roma bir günde Roma olmadı. Bugün dünyanın halen Roma hukukundan faydalandığını, medeniyeti, mali yapılanma ve idari yönetim şekillerini yine onlardan esinlenerek geliştirdiklerini unutmamalıyız. Bir zamanlar bu topraklara Roma denmiş(Örneğin Mevlana Celaleddin Rumi; Romalı, bugüne göre uyarlarsak Anadoluluğunu belirtmek için eklenir), sonrasında Türklerin vatanı olmuştur. Pek tabi, savaş anında Lübnan’dan Fransız vatandaşını yine Fransa’ya kaçırmak bugün kolay olsa da o günün şartlarında benzer bir örnek ile karşılaşmak pek de mümkün değil. Dolayısıyla, iklim ve ulaşım gibi olumsuzluklar ve yer yurt bağlılığı gibi alışkanlıklar, Anadolu’da yaşayan birçok insanın aynı topraklarda devamlılığını sağlamıştır. Sadece devleti yönetenlerin değiştiği bu düzende sınıf ideolojisi gözetilmediği açıktır.

 Milliyetçilik uğruna bazen sıkı tutuculuk(Tutuculuk, gericilik, değişmezlik) sergilediğimiz gerçektir. Dikkatle incelersek, bazı yapılanmalarımızın tamamıyla olmasa da büyük çoğunlukla tutuculuğu beslediğini görebiliriz. Tanzimat’tan bugüne değin aydın sınıfın mensubu olduğu medeniyetin aslında çoğunlukla batı medeniyeti olduğunu görebiliriz. Fakat Anadolu’nun diğer büyük kentlere göre yaşayışı tamamıyla farklılıklar göstermektedir. Aydınımızın, öz kültürden beslenmesi kısacası pek mümkün olamadı. Dolayısıyla Milliyetçilik ideolojisi Anadolulunun meselesi olmuştur. Kırılma noktası belki de tam burasıdır.

 Tarih sayfalarını biraz karıştırdığımız da Enver Paşa’nın Makedonya’da halk kahramanı ilan edildiğini, tıpkı Musa’nın denizleri aşarak inanan tüm insanları ardından sürüklediği olaya benzer karikatürlerin Avrupa’da resmedildiği ve bu sefer Musa gibi Enver yakıştırması yapıldığı görülmektedir. Enver, Ön Yüzbaşı rütbesinde bir subay olsa da, devamında diğer birçok Osmanlı Paşası’ndan daha önemli duruma gelmiştir. Yakın tarihte gördük ki, kahraman Enver bugünlerde bazı çevrelerce vatan haini ilan edildi. Soğuktan donan şehitlerimiz için bugün bende üzülüyor ve fırsat buldukça onlar için dua ediyorum. Fakat o günü, yıllar sonrasında tam teşhis edebilmek, Osmanlı subaylarına bugün ağır ithamlarda bulunmak doğru olmayabilir` Bu konu hakkında tarihçilerimizin tespitlerini araştırmak, okumak çok daha faydalı sonuçlar doğuracaktır.

 Rahmetli Nazım Hikmet’te, bir kısım vatandaş tarafından vatan haini ilan edilmiş olsa da, kurultaylarından birinde rahmetli Sn. Alparslan TÜRKEŞ’ in onun şiirini okuduğunu görebiliriz. Şimdi biz nasıl Nazım’a vatan haini diyebiliriz` Onun vatan için yazılan şiirlerine biraz haksızlık etmiş olmaz mıyız` “ Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan bu memleket bizim” diyen bir şaire vatan haini demek ağır bir ithamdır. Yıllar öncesinde Kültür Bakanlığı’nın Nazım Hikmet’i Türk vatandaşlığına tekrar alacağına dair çalışmalar bir türlü neticelenememiştir. (Sağlığında yabancıların ona olan ilgisinin ve sahiplenilmesinin daha fazla olduğu gözlemlenebilir, bakınız Picasso’ nun, Nazım’ın hapisten kurtulması için yurt dışında başlatılan kampanyaya katkıda bulunduğunu biliyoruz).

 Nazım’ın komünizm savunuculuğu belki doğru belki yanlıştı. Fakat komünizmin ilk kez yanlış olduğunu düşünen hatta Türkiye’ nin komünizm yandaşı baskılara artık dayanamayacağını düşünen Amerika olmuştur. NATO görüşmelerine bizi ilkinde konuk olarak davet etmiş ve devamında aktif olarak katılımımız gerçekleşmiştir. Kısacası, dünyaya o zamanlar verdiğimiz fotoğraf, neredeyse rejimi değişebilecek, iç kargaşa halinde bir ülke portresiydi. Biz de onların bu öngörüsüne inanarak bazı girişimlerde bulunduk. Köy enstitülerinin kapanması en ciddi hatalarımızdandı. Anadolu’yu tutuculuğa ve törelere terk eden yaklaşımın temel taşıdır. Sonrasında İmam Hatip okullarının sayısını arttırarak korkulan Komünizm karşıtı Milliyetçi gençler yetiştirme sevdasına kapıldık. İmam yetiştiren liselerden bugün mezun olan kız öğrenci sayısının erkeklerden fazla olması da ilginçtir.

 1980’li yılların sonrasında din ve ahlak ilkeleri üzerine Türk İslam Sentezi inşa edilmeye çalışıldı. Aslında bir imparatorluğun enkazından doğan ülkemizin temeli “din” birliğinden değil “dil” birliğinden oluşmuştur. Türklerin ulusal bütünlüğünü dil birliğiyle koruduğu tarihi bir gerçektir. Bakınız, Türk İslam Sentezinin o dönemde bazı savunucuları “Din kültürün özü, kültür ise dinin formudur” demişlerdir. Fakat zaman zaman dinsiz ilimin felaket olduğu da ilan edilmiştir.

 Ökumenik kelimesi ile yakın geçmişte çok karşılaştık ve kavram tartışması halini almasını sağlayarak içinden çıkamadık. Nedir Ökumenik` Kilisenin kendisini “Evrensel Kilise” olarak tanımlaması. Patrik’ i buraya tayin eden imparatorunda aynı zamanda Roma İmparatoru olduğunu unutmamak gerekir. Fatih Mehmet, fetih sonrasında kendini Sezar-ı Rum ilan etmiştir (Roma İmparatoru). Tarihsel gelişim süreci içerisinde değerlendirdiğimizde kilisenin ökümenik olduğu doğrudur ve bugünde Türkiye Cumhuriyeti Devletine tabidir. Dünya Ortodoksların ruhani lideri ve kutsal kiliselerinin bizim topraklarımızda olması bir hayli önemli diğer hadisedir. Tanımlamayı kurumsal olarak kabul edip neler yapabileceğimize bakmak lazımdı. Ne yazık geçmişe, bize tabi olan kurumlara sahip çıkmak var iken önce kilisenin ökumenik olmadığını tutucularımızın beyan ettiğini gördük. Biz bu kilisenin yüzlerce yıl yaşamasını, kurumsallaşmasını ve Katoliklere göre azınlık kalan ve dışlanan Ortodoksların karşıt bir güç olarak var olmalarını desteklemişsek, bizim milliyetçiliğimiz içinde yerini alan bir olgu olmalıydı.

 Bir ideolojiyi yaşatıp geliştirmekse gaye, etrafında buna inanan ve eğitimle donanımlı insan topluluğu olmalıdır. Bugün üniversitelerin öğrenci sınırlılığı, kalkınmanın yetersiz oluşundan dolayı insana yapılan yatırımın azlığı ve okuma alışkanlığını edinemeyişimiz gibi önemli çıkmazlarla bir ideolojiyi ne besleyebiliriz ne de yenilerini doğuracak potansiyele sahip olabiliriz. Azınlık olduğuna inanan donanımlı kesimin ki bu gerçektir, sırtındaki yük bir hayli fazladır.

 Memleketten bir örnekle bu ideolojik tartışmanın neresinde olduğumuza bakalım.

 Hatırlanması kolaydır, Bafra’da bir dönem gençliğin Sosyaliteye karışma isteği ciddi çıkmazlara sebep olmuştur. Hiç de alınmasınlar, 70 ve 80’li yılların gençliğine hitap edecek bazı partilerle bağı olan sanatçıların konserleri organize edilirken, biz 90` ların gençliğine,  popüler müziğe olan merakımızdan dolayı kapalı odalarda kasetçalara mahkum olmak kaldı. Şimdi bahsettiğimiz ideolojik Milliyetçilik sistemi ile bu gelişmenin nasıl kültürel bir bağı kurulabilir... Karpuz festivallerini şenlendiren, her seçime az kala sahneye çıkan ve genelde “Türkiye’m” şarkısını sanat yaşamı boyunca aynı ritim, aynı tarzda söyleyenin de daima aynı standartları tutturabilmesinde vardır bir hikmet... Hem milliyetçilik hem de sanat aslında yukarıda değindiğim fiiliyattan tamamıyla önemli ve hassastır.

 Bafra’ ya, kimse alınmasın ama biraz kaba, biraz da tembel yerleşti bu ideolojik olgular. Daha çok gençleri toplamaya, sessiz sedasız oturmaya ve eğitim ya da kültürel gelişime hizmet edemeyen ve ne yazık çay içmelere dönüşen gerilemeler olarak hayat buldu.  Bu arada, bir kaç tanınan ve önde olanın konuştuğuyla fakat aslında kaybolup geçen renksiz gençliğin boşluğuyla bir dönem geçti gitti. Boş verin siyasette dolmayı, sosyal boşluk çok ciddi alınması gereken bir azalmadır. Şu lise çağındaki çocukların kazara soluyla sağıyla siyasete bulaşmasından medet uman yaklaşımın acilen ebeveyn ve öğretmen ikazına ihtiyacı vardır ve mutlak durdurulmalıdır. Bu çocuklarda nasıl kemikli bir siyaset bilgisi olabilir ve bunun nasıl bir faydasını görebiliriz ki.. Ne yazık, o çocukların aydın olmalarını değil fikirlerini ezberlemelerini isteyeceklerdir. Türkiye sağıyla soluyla bu hastalığa kurban çok aktör barındırır.

 Milliyetçilik bugün yükselişte mi sorusu yerine asıl cevap bekleyen halkın ideolojik tartışmaların neden uzağında kaldığıdır.

 Bu yazıyı hazırladığım zamanda meydana gelen Güngören patlamasında ölenlere Allah’ tan rahmet, ailelerine başsağlığı diliyor, yaralıların en kısa zamanda şifa bulmalarını diliyorum. Terörü gerçekleştiren, destek veren ve insanların katledilmesi için çaba sarf edenlerin insanlık onuru, gururu ve hiçbir değerle alakası yoktur. Bu değersiz varlıkların adaletin pençesinden kurtulamamaları için dua ediyorum.

Daim olan saygılarımla. 

 

  • BafraHaber Yorum
  • Milliyetçilik yükselişte mi` içeriğine yorum yapmaktasınız
Favicon
  • Toplam Yorum 0