Hayat bazen tatlıdır, sevenler kanatlıdır

1972 yılında, babam Cumhuriyet Mahallesindeki evimizi yaptırana kadar Büyükcami Mahallesi, uzun hamam Sokaktaki 2 katlı kiralık evimizde kalıyorduk.

Büyükcami Mahallesi sanki çocuklar oyun oynasın diye kurulmuştu. Caminin kocaman avlusunda bozanak çeviriyor, susadığımızda şadırvanından kana kana su içiyorduk.

Aynı mahallede evimize birkaç yüz metre ileride yaşıtım amcamın oğlu Akınlar oturur, nedense ben hep onların oraya oyun oynamaya giderdim.

Aslında tüm çocukların toplanma yeri onların bulunduğu sokaktı. Sokağa Büyükcami tarafından girdiğinizde sağdaki ilk evde sokağa adını veren Hatipler Ailesi otururdu.

Son derece mütevazı ve kibar insanlardı.

Hatiplerin evinin yanında Hakan adında, Ezine’den yaz tatillerinde gelen arkadaşımızın akrabalarının evi, onun yanında ise, Kolay’dan gelip mahalleye yerleşen kamyon şoförü Ahmet Amca, eşi Hatice Teyze ve 5 oğlu otururlardı.

Hatice Teyze 6 erkeğe bakmaktan ve evin tüm işini yapmaktan dal gibi kalmıştı. Allahtan o yıllarda büyük oğlu Şükrü’yü evlendirmiş, o günlerin tabiriyle elli, ayaklı gelin almış biraz rahatlamıştı.

Şoför, Ahmet Amcaların evinin hemen yanında, Karga Necati Amcalar otururdu. Bu ismin ona neden verildiğini bir çocuk bile anlayabilirdi. Esmer uzun boylu ve çok zayıf birisiydi. Bizim bildiğimiz tek faaliyeti balık tutmasıydı. Her akşam Bafra Balık Göllerine arkadaşlarıyla balık tutmaya giderdi. İki oğlu vardı, küçük oğlu Can en iyi arkadaşlarımdan biriydi. Canların evinin yanında, geçme kütüklerden yapılan çok eski bir ev vardı. O ev yıllarca boş kalmış, biz de bahçesinde rahat rahat oynuyorduk.

Bir yaz oraya bir aile taşınmıştı.

Biz çocukluğumuzda Gazibeyli Köyüne texas derdik. O köyde gerçekten gerçekten çok vurgun oluyordu. Yeni taşınanlar da kan davasından dolayı gelip yerleşmişlerdi.

O günlerin katilleri bile çok farklıydı. Eğer birini vuracaklarsa vurgunu şan olsun diye Cumhuriyet Meydanın’da yaparlardı. Gazibeyli Amca bunu unutmuş olmalı ki bir gün meydanda vurdular onu. Çok kısa zaman sonrada ailesi o evden taşındı..

Sokağın sağ tarafındaki son evde sürekli ağlar gibi konuşan ve her şeyden şikayet eden Nezahat Abla ve annesi otururlardı. O günlerde bu kız asla koca bulamaz deseler de, her malın alıcısı vardır sözünü doğrularcasına Nezahat Abla da kendine göre bir koca bulmuştu. Ama iki çocuk sahibi olduktan sonra o günlerde e-maille gönderi olmadığından taahhütlü gönderiyle Nezahat Abla ana evine geri gönderilmişti. Anlaşılan uzun yıllar daha ona katlanacaktık.

Çok uzun olmayan sokağın sol tarafındaki evde 38 kiloyubir türlü geçemeyen bir ablamız otururdu. Tüm mahalleli ona peri kızı diyordu. Gerçekten çok zayıftı... Kemikleri sanki sadece deriyle kaplanmış arasında hiç et yok gibi duruyordu. Zayıflığı sanki ses tellerine de yansımıştı . Sesi küçük bir çocuğun konuşmasından bile çok daha inceydi. Peri kızının evinin yanındaki ahşap ev de uzun zaman boş durmuş, iki çocuklu bir aile yerleşmişti. Köyden gelmişlerdi. Büyük kızları Fatma yaşıtımız sayılırdı. İleride halamın oğluyla tanışıp gelinimiz de olacaktı.

Onların evinin yanında ise Yıldız Sinemasının yanında ayakkabı tamirciliği yapan Deli Mehmet dediğimiz amcalar otururdu.  Oturdukları ev o kadar bakımsız o kadar eskiydi ki, rüzgar evin önünden estiğinde hiç bir engelle karşılaşmadan evin arkasından çıkardı.

Biz o ahşap evin nasıl ayakta durduğuna şaşar kalırdık. Evin sakinleri mahalleye çok rahatsızlık veriyordu. Aslında rahatsızlığı veren Deli Mehmet Amcanın kendisiydi. Her sabah aldığı rakısını işyerinden önce açar, akşama kadar kafayı iyice yapar ve erken sayılabilecek saatlerde evine dönerdi.

Hanımı Tekel’de çalışıyordu. O kadının dayak yemediği bir günü hiç hatırlamam. İki erkek çocukları vardı. Büyüğü bizimle yaşıt sayılırdı. Belki de cefakar kadın onların hatırına bu deli adamı bırakmıyor, yüzündeki mor motifleri her gün taşıyordu. o onun artık değişmez makyajı olmuştu.

Deli Mehmet amcaların bitişiğindeki evde ise amcamlar otururdu amcamın beş çocuğu vardı hepsiyle de çok iyi anlaşırdık ama. Yaşıtım ve beraber büyüyüp beraber okuduğumuz amcaoğlum Akın’la görüşmediğimiz tek bir gün bile olmazdı. Akın, çok tertipli giyinir, saçına başına da çok özen gösterirdi.

Çok yalan söylemezdi ama mübalağa sanatında üzerine yoktu, bir tüfeğin fişeğinin içindeki 40 adet saçmayla bir atışta kırk, kuşu vururdu. Onunla sırdaşlığımız kardeşliğimiz ve arkadaşlığımız gençlik yıllarımıza kadar hiç sorunsuz devam etti. Ta ki, biz Samsun’a taşınana kadar…


Amcamın evinin yanında arka arkaya iki ev vardı. Arkadaki evde ekisper amcalar otururdu. Bu ne garip isimdi böyle! Doğrusu eksperi bir türlü becerip diyemesek de o amcanın adını öğrenmeye gerek bile görmemiş.

Yıllar sonra Samsun Atakum’da ona rastlamıştım. Aradan geçen 40 yıla rağmen yine de tanımıştım.

Eksper Amcaya neden ekisper amca dediklerini ortaokul yıllarında öğrenecektim.

Bafra tütünün en çok ekildiği yerlerden biriydi ve tütünün kalitesi için rapor tutanlar experlerdi. Bu güzel ailenin, evlerinin önündeki tek katlı eve Dededağ Köyünden bir aile taşınmıştı. Ailenin iki çocukları vardı. Biri bizimle akran sayılırdı. Haftalar sonra ancak adını öğrenebilmiştik. Bayram tek kelime Türkçe bilmiyordu. Arkadaş olabilmemiz için Türkçe öğretmeliydik, öyle de oldu. Taşındıkları yaz neredeyse konuşmaya başlamıştı zaten o yıl okula da gidecekti.

Bayram’ın sesi çok güzeldi. Hala unutmadığım Orakçıyan dalali isimli Kürtçe bir şarkı söylerdi.

Yıllar sonra bu şarkının tınısının Elazığ Yöresinin Delilo folklorik şarkısıyla aynı olduğunu anlayacaktım.

Bayram’ın ailesi Dersim isyanında dağıtılan köylerden zorunlu göçle Dededağ’a gelenlerdendi ve Dersim’le Elazığ bitişik şehirlerdi.

Sokaktaki son evde mahallede büyük küçük herkesin CİCİ ANNE ve CİCİ BABA dedikleri çift otururdu. Evlerinin önü daraba dediğimiz çitle kaplıydı. Tertemiz küçücük bahçelerinde rengarenk çiçekler vardı. Her ikisinin de saçları bembeyaz olmuş, yüzlerine sanki nur yağmıştı.

Ne kadar tatlı insanlardı!

Bu isimleri boşuna hak etmemişlerdi... Çocuklara karşı çok şefkatliydiler. Top oynarken camlarını bile kırsak, sanki onlar bizim camımızı kırmış gibi davranırlardı. Cici Baba yıllarca Bafra’da ayakkabı imalatı yapmış ve kendi isteğiyle emekli olmuştu. Torunu Berkan her yaz onlara gelirdi. Benim en sevdiğim arkadaşlarımdan biriydi.  

Bayram günleri en sevdiğimiz şeylerden biri tüm mahallenin çocuklarıyla beraber birerli kol halinde Cici Anne ve Cici Babanın evinde el öpme kuyruğuna girmekti. Şekerleri zaten günler öncesinden alıyorlardı.

Çocukken de olsa aşk meşk kelimelerini duyardık ama bunların ki bana göre aşkın daha ötesinde bir duyguydu sanki.

Hiç kavga etmezlerdi. Her şeyi tebessümle yaparlar evdeki tüm işleri beraber görürlerdi. Okullarda saygı dersi olsa onları ders olarak okutabilirlerdi.

Sokakta oyun oynayarak da olsa günden güne büyüyorduk, yaşlılar ise daha fazla yaşlanıyordu. Birbirlerinden bir gün bile ayrılmayan CİCİ ANNE ve CİCİ BABA’yı bir gün ölüm ayırdı.

Cici Baba bembeyaz kanatlarını takıp sonsuzluğa, bir başka dünyaya göç etmişti.

Eşini çok seviyordu.

Onun yokluğuna dayanamazdı.

Kader ona kalbine göre ölümü vermişti.

Cici Anne elleriyle uğurladığı beyaz güvercininin hasretine dayanamamış takip eden ayda o da bir güvercin olup onun yanına uçmuştu.

Onların yokluğuna çok üzülmüştüm...

Ne zaman gökyüzünde uçan iki beyaz güvercin görsem onları hatırlarım.

Recep Yılmaz

  • BafraHaber Yorum
  • Hayat bazen tatlıdır, sevenler kanatlıdır içeriğine yorum yapmaktasınız
Favicon
  • Toplam Yorum 0