Hükümet Caddesi 34 numaralı evimizin bahçeye bakan arka odasında, babamın yaptırdığı kümeste öten horozun sesiyle güne merhaba diyorum.
Horozun sesine yanı baştaki komşumuz İsmail Amcanın çekiç sesi de karışıyor. Bahçesindeki üzümlere çardak yapmakla meşgul, kendine her zaman iş yaratan bir komşumuz. Normalden fazla zekâsı, bazen onu yeni arayışlara itiyor, hurda kâğıtlarını sıkıştırıp yakacak haline getirip geri dönüşümü destekliyor.
Günlerden Pazar… Horozun ve İsmail Amcanın çekiç sesi olmasa da annem tarafından pazar pidesi yaptırmak için uyandırılacağım nasılsa. Pidenin kıyması akşamdan hazırlanmış, sadece kuru soğan doğranıp karabiber ve maydanoz ilave edilecek. Pidenin yağlanması için karaborsada bile zor bulunan iki paket sana yağını annem tepsinin içine koyuyor, ya bismillah deyip evden çıkıyorum. Cimbiliklerin fırını bize en yakın olanı. Eğer çok kalabalıksa meydandaki yeni fırın, yetişal veya ekonomi fırınına gidiyorum. Annem taş fırında yapılan pideyi çok sevse de, bu fırınlarda sıra gelmeyeceğini anlarsam elektrikli fırında pide yapan Babakent restoranına gidiyorum.
Eve geldiğimde saat 9 veya 10 oluyor. Herkes acıkmış bir şekilde bekliyor. Babam henüz mobilyacı Muzaffer Balcı'ya yemek masasını yaptırmadığından annem yere bir örtü serip üzerine kasnak, onun da üzerine bakır siniyi koyuyor. Şimdi su bardağı olarak kullanılan tombul bardaklarımıza çaylar konuyor, büyük bir neşeyle pidemizi yiyor çaylarımızı içiyoruz.
Henüz televizyon diye bir alet olmadığından pazar sinemasını izleyemiyoruz. Babam ajans diye tutturuyor, anlayacağınız radyodan da hayır yok. Tek çare kendimizi sokağa atmak…
Mahalledeki arkadaşlarımda pazar pidelerini çoktan yemişlerdir, onları aramaya koyuluyorum. En çok oyun oynadığımız yerlerden biri olan yazlık sinemanın bahçesine doğru gidiyorum. Yolumun üzerinde dar bir geçit var. Öğretmen Mustafa Ataseven lerin evi biraz içeride kalıyor. Oğulları Hacı, Engin ve Tekin iyi arkadaşlarım. Geçidin yanındaki evde oturan Aliye [Sırım] teyze çok titiz biri. Türk sinemasının en iyi yardımcı oyuncularından olan Aliye Rona nın Bafra Şubesi gibi.
Benim çok çekindiğim komşularımızdan biri olmasına rağmen iki katlı bahçeli evi gözüme çok şirin görünüyor. Bahçesinin içinde olmayan meyve yok gibi. Çiçeklerin rengi ise adeta renk tayfını andırıyor. Bahçe duvarının üzerindeki demir parmaklıklara sardırılmış hanımeli çiçeği mis gibi kokuyor. Hele o sarmaşık güller, insanın içini ısıtıyor.
Bahçesindeki gülleri arakladığımız çok olmuştur. Güllerin yapraklarını her çocuğun yaptığı gibi şişelere dolduruyor üzerine de su ilave edip güneş alan bir pencere kenarına koyuyoruz. İki üç gün sonra gül yaprakları rengini ve kokusunu suya bırakıyor. Anlayacağınız bir çeşit meyve suyunu kendimiz imal ediyoruz.
Hanımeli çiçeklerini koklayarak yandaki evin önüne geliyorum. Önünde 4 yuvarlak sütun bulunan evin estetiği çocuk da olsam dikkatimi çekiyor. Eski nüfusçu Mansur Çakmaklı’ya (Avukat Okan Çakmaklı'nın babası) ait evin yer yer boyaları dökülmüş. Caddedeki çoğu evlerde olduğu gibi kapı ve pencerelerde Ünye taşı bolca kullanılmış. Geçmişten izler taşıyan bahçesi şimdi çok bakımlı olmasa da hafızamda yer alan evlerden biri.
Biraz daha yürüyüp, duvardan perdesi, caddeye ters olan yazlık sinemanın bahçesine ulaşıyorum. Arkadaşlarım oradalar. Benimde çok sevdiğim dombiliç oyunu için kırık kiremit topluyorlar. Bende onlara katılıp beraber kiremit arıyorum. Kiremit bulmakta hiç zorlanmıyoruz. Tarihi evlerin yavaş yavaş söküldüğü yıllar! Bunun bir cinayetten farklı olmadığını anlayacak yaşlarda değiliz…
Sonraki yıllarda cinayetler toplu katliama dönüşecek ve neredeyse önünden her gün geçtiğimiz bu güzel evler tümüyle yok olacaktı. Yazlık sinema ise kalkacak, sokağın adı olarak kalacaktı.
Oyunumuz bitmiş her zaman yaptığım gibi güzel caddemizde aynı yönde ilerlemeye devam ediyorum. Eski tütün tüccarlarından İsmail (Tarım) Amcaya ait Plymout marka arka kısmı kanatlı, sürekli park halinde olan arabaya hayranlıkla bakıyorum.
O yıllarda araba sayısı çok az. İsmail amcayı araba kullanırken görmek neredeyse imkânsız… İki katlı şirin evin önü son derece bakımlı, çiçekler yine göz kamaştırıyor.
İsmail amcaların evinin hemen yanında Kolaylı Hacı Hafızların iki katlı kirli sarı renkte evleri var. Hacı Hafız Samsun Belediye Başkanlığı da yapan rahmetli Muzaffer Önder 'in amcası.
Hemen yanı baştaki karataştan yapılma taş ev ise Tapu kadastro dairesi olarak hizmet veriyor. Uzun yıllar tapu kadastro müdürü olarak Bafra'ya hizmet veren Bayar Anar dairenin tapulu müdürü gibi olmuş, saygı duyulan biri…
O zamanlar resmi daireler bahçelerine çok önem veriyorlar. Bayar Amca bahçeyle çok ilgileniyor olmalı diye düşünüyorum.
Yine yuvarlak sütunlu iki katlı pembe evin önünde buluyorum kendimi. Ev, Bafra'nın tanınmış ailelerinden Hacı Mehmet ile Hacı İsmail Arıcı'lara ait. Yanında ise caddede az miktarda bulunan tek katlı evlerden biri var. Hiç reklamsız tek başına bir marka olmuş Şanzuman Şakir'in halası Rukiye teyze o evde oturuyor. Yandaki iki katlı evde ise Avukat Şişik Salih’in (Ertekin) eşi Rafet Teyze oturuyor.
Yaşadığımız caddenin adı Hükümet Caddesi olsa da, Bafralılar caddenin bu kısmını askerlik Şubesinin burada bulunmasından dolayı şube olarak anmakta.
Askerlik Şubesi önceleri Bafra'nın ilk hastanesi olarak hizmet verdiğinden, hastane doktorlarından biri hastaneye bitişik iki katlı evi satın alıyor. Ev daha sonra Rizeli fırıncılardan Ali Sırrı Günday’a satılıyor.
Tarihi doku diğer evlerle aynı… Bahçenin ferahlığı ise insanın ruhuna işliyor. Hiçbir ressamın çizemeyeceği renkte çiçekler mis gibi kokuyorlar.
Yapıldığı yıldan sonra yetersiz kalmaya başlayan hastanenin çapraz karşısındaki (şimdi Bafpide salonu) Hacıömerler’e ait bahçeli villa tipi ev, hastanenin ikinci kısmı olarak kullanılıyor.
Caddenin karşı köşesindeki şimdiki Yavuz Selim Apartmanının olduğu yerde de tek katlı bahçeli ev saç ayağı gibi hastanenin üçüncü kısmını oluşturuyor.
Bu polikliniklerin tam ortasında ise Hüseyin Hacıbaş tarafından yaptırılan, Tarihi Hüseyin Bey çeşmesi yer alıyor.
Şehrin sürekli büyümesi üzerine İshaklı Mahallesi’nde büyük bir hastane yapılıp hastane olarak kullanılan binalar terk ediliyor. Hastanenin yerine ise Askerlik Şubesi geliyor.
Tüm çocuklar gibi askerler ilgi odağımız, oradan geçerken daha dikkatliyim, onlar gibi yürüyüp az ileriden yolun karşısına geçiyorum.
Diğer evlerden daha farklı bir mimariye sahip Süleyman Özkara'ların, sanki yuvarlak bir dairenin içine oturtulmuş gibi duran, çift merdivenli evini iyice süzüyorum. Aynı mimariye sahip evlerin sayısı çok fazla değil.
Ayakkabı tamircisi Ender Abinin çayını içmeden geçemem tabi. Yoldan beş basamak yüksek dükkânın oradan evimize doğru ilerliyorum.
Evleri kadar lakapları da ilgimi çeken Çinkoların evinin altında Mümin Çinko amcanın bakkalı vardı. Komşu ev ise 19 Mayıs Üniversitesinin değerli Profesörlerinden Osman Nuri Bey, Duran ve Ali Cemal Ergün kardeşlerin dedesi Bayram (Ergün) Hocaya ve oğlu Mahmut Ergün'e aitti.
1963 yılında Mübadil Ahmet Usman tarafından açılan Karnaval Pastanesinin ilk yeri, Bayram Hocanın evinin altı. İkinci yeri ise yine onlara ait önünde bahçesi olan bir yerdi. İkinci yerindeyken, içine bir parça kekin konduğu lezzeti tarifsiz kakaolu supları tanıma fırsatı bulmuştum. Suplar o dönem gençliğinin değişmez siparişini oluşturuyordu. Karnaval Pastanesinin üçüncü yeri ise Tütüncüler’in evinin önüydü. Dördüncü ve son yeri ise Günday’ların yaptırdığı binada bugün hizmetine devam ediyor.
Caddedeki tüm evler, konsolosluk binalarını andırıyor. Bafra’nın yerli halkının dışında evleri paylaşanların çoğu, Yunanistan mübadillerinden oluşuyordu. Ayrıca inançları yüzünden doğup büyüdükleri topraklardan koparılıp atılan başka çiçeklerde vardı. Arnavutlar, Çerkezler çok sesli senfonide yerini almış, Acem ve Hemşinli diğer komşularıyla Bafra'nın kültürüne katkıda bulunuyorlardı.
Komşulukları ise anlatılamayacak kadar güzeldi. “Bir maniniz yoksa annemgiller bu akşam size gelecek” cümlesiyle başlayan misafirlikler nasıl unutulabilirdi…
Hükümet Caddesi’ndeki evlerin ortak bir özelliği daha vardı. Kesme taşlardan yapılan Arnavut kaldırımı tüm caddeyi boydan boya kaplıyordu.
Asfalt henüz şehir içinde yerini almamıştı. Taşlar üzerinden geçen arabalar ve yayalar sayesinde pırıl pırıl parlıyor ayrı bir güzellik veriyordu.
Tütüncüler lakaplı, Ekrem Tütüncü'ye ait ev göz kamaştıracak güzelliğiyle beni selamlıyor. Yine iki katlı evin dış görünüşü adeta başlı başına bir müzeyi andırıyor. Bafra'nın diğer mahallelerindeki evlerden çok daha itina ile yapıldığı her halinden belli, renk renk çiçekler sanki rüzgarda dans ediyorlar.
Hemen yandaki evlerden biri Hasan Hüseyin’lerin, diğeriyse yine çift merdivenli olarak inşa edilmiş ev Silaplar'a ait. Kaygusuzlu Çerkez Emine Hanımın güzel evi de hemen bitişikte yer alıyor.
Osman Yönel’in tek katlı evi, Mehmet Yönel ve İsmail Yönel’in ikişer katlı evleriyle koyun koyunalar.
Bafra'nın büyük ustalarından, kabala anlaşarak ev yapan Doksatlı Ahmet Usta'nın yaptırdığı, iki katlı şirin evi diğerlerinden daha çok seviyorum. Ev sanki pamuk prenses ve yedi cücelere ait bir film için yapılmış. Evi daha sonra Tarımlar satın alıyor. Ev çok şükür günümüze kadar ulaşıyor, içinde ise Meral (Tarım) abla oturuyor.
Meral Ablanın komşusu, eski mutasarrıflardan Hami Tığlı'ya ait Şişik Salih Efendinin torunları Ünsal-Ünal Ertekin. Şimdi Bafra Umut Derneğinin bulunduğu yer.
Yanı başta ise kasap Salim’lere ait iki evi geçtikten sonra, Celeplerin evi var. Bafra'nın et ihtiyacını karşılamak için koyun getirenler bu evde konaklıyorlar.
Çıkmaz sokağa ulaşıyorum… Sokakta Pandır’ların, eşekçilerin, Necip Ağaların ve Ayşe Teyzelerin evleri var.
Her gün adeta hafızama nakış gibi işleyen güzel Bafra'mın güzel evlerini ve onlar kadar güzel bahçelerini izleyerek büyüyen bir çocuğum.
İncelemek ve araştırmak yıllar sonra nasip oluyor. Bazen neden sende çoğu insanlar gibi umursamaz değilsin diye kendime kızıyorum.
Sabah çıktığım evimize yanaşıyorum. Sırada Zincirci Ailesine ait Rıfat Ustaların Şefik Zincirci'nin evi var. Aynı adı taşıyan torunu Şefik Hoca Barbaros ilkokulunda öğretmenlik yapıyor.
Hemen yan tarafta ise Gazi İlkokulu öğretmenlerinden Jale Korur'un iki katlı küçük evi var. Jale Hoca evini dışarıdan gelen bayan öğretmenlere kiraya veriyor. Bitişikte ise Himmet Karaçocuk tarafından önce tek katı yaptırılan binaya yeni bir işyeri açılıyor.
Şablonla bir yazı yazılıyor, şablon kaldırıldığında altından gotik tarzda yazılmış ORKİDE yazısı uzaktan bile okunuyor. O güne kadar hiç duymadığım bir isim. “Abim bilir” diyorum. Evimiz tam karşıda, zaten iyice de acıktığımı hissediyorum. Artık evimizdeyim. Abim orkidenin nadide bir çiçek olduğunu söylüyor. O bilgiyi evlenene kadar unutmuyorum. Sevgili eşim, nişanlandığımızda Almanya'da yaşıyor. Uluslararası bir çiçekçilik şirketi vasıtasıyla bir demet orkideyi eşime gönderiyorum.
Bir dönem yaşadığım Bafra bugün hala hafızamda yaşıyor. İçinizden belki bazıları kızacak ama Çin Seddi gibi yan yana çok katlı binaları hiç sevmiyorum. Ağaçtan ağaca uçan kuşların cıvıltıları bana çok uzak. Zeki Müren'in şarkısındaki gibi ''hani kuşlar ağaçlar, bin bir renkli çiçekler, nasıl yakalamıştık, saçlarından baharın''. Nerede, o bahçelerinde yağlı yanıç, nokul yapıp kokmuştur diye bize ikramda bulunan kadınlar. Ne o evler ne de o güzel komşuluklar kalmadı. Kendimizin değil de gelecek nesillerin çok şeylerinin çalındığını düşünüyorum. Baki kalan, bu kubbede hoş bir seda imiş…
Bu yazıyı hazırlamamda bana yardım eden Meral Tarım ve Hülya Ertekin hanımefendilere çok teşekkür ediyor onlara ve tüm Bafralılara saygı ve selamlarımı sunuyorum...
Recep Yılmaz