BAFRA

Dilara Niye Öldü ?

 
 9391
Dilara Niye Öldü ? - Av. Muhammet Aydın cinayete kurban giden Bafralı Avukat Dilara Yıldız’ın ardından, ceza kanunlarındaki orantısızlıklara vurgu yapan bir yazı kaleme aldı. 
Bafra Haber

 | Bafra haber - Av. Muhammet Aydın cinayete kurban giden Bafralı Avukat Dilara Yıldız’ın ardından, ceza kanunlarındaki orantısızlıklara vurgu yapan bir yazı kaleme aldı. 

Av. Muhammet Aydın’ın yazısı...

Şiddet, en basit tanımıyla  vücut bütünlüğünün maddi ya da manevi ihlalidir. Şiddet failinin belirli bir yaşı cinsi, ırkı, dili, dini olmadığı gibi şiddet mağdurunun da olmaz. Geçmişte olduğu gibi bugün de herkes, belki de bir gün  bu suçların, mağduru olmaya adaydır. 

Ne yazık ki son yıllarda, şiddeti  yalnız kadına,çocuğa ya da hayvana şiddet olarak tanımlamak ve diğer şiddetlere bu tanımlar çerçevesince yeterli hassasiyeti göstermemek ya da belki de görmezden gelmek, şiddetle topyekün mücadele yerine, kısmi mücadele kolaylığına kaçmak şeklinde şiddetin popülistliği yapılmaktadır. Esasen bu eksik bakış açısı, şiddetin önüne çektiğimiz, çekmemiz gereken "Barajı" yarım bırakmakta, şiddetin her gün daha keskin, katlanılmaz ve birbirini tetikler hali ile hortlamasına, sebep olmaktadır. Bu kısır döngüyü aşmak için önce kendimize ve sonra topluma karşı dürüst olup,  yalnız kadına , çocuğa ya da hayvana şiddete değil, kadından çocuktan ya da hayvandan gelse bile şiddetin her haline ve türüne karşı akılcı etkin ve tavizsiz bir mücadeleye girişmek gerekmektedir. Bugüne kadar "Yeter artık! Bitsin artık! Niye bitmiyor artık!" demek çözüm olmadı, "Erkek şiddeti ! Kadına şiddet! Kadın Cinayeti!" demek bu bakış açısı ile sorunu tanımlamak, ne kadına şiddeti ne de şiddetin diğer tüm türlerini, engellemedi engellenecek gibi de durmuyor.

2020 yılında Türkiye'de 385'i kadın, 1.690'ı erkek olmak üzere takriben 2.075 insan öldürüldü. Resmin tamamına bakarak “bu sorun nasıl çözülecek ya da en azından sorunu azaltmak için ne yapılmalı” sorularının cevabını bulmak için naçizane, şiddeti engelleme görevi olan devletin "hukuk barajı"ndaki en büyük gediği, tanımlamayla işe başlamak istiyorum.

Hepimiz aşağı yukarı biliyoruz ki, bir kadın ya da erkek şiddetinin en ağır biçimi olan cinayet yani insan öldürmenin, Türk Ceza Kanunda verilen cezası, kanun kitabının içindeki en ağır yaptırım olan  müebbet ya da ağırlaştırılmış müebbet cezasıdır... O zaman anlıyoruz ki, teknik olarak, cinayet gerçekleştikten sonra, şiddetin faili için daha ağır bir cezayı kanun kitabına getiremeyeceğimiz ortadadır. Sonuçtaki suç olan cinayete daha ağır bir müeyyide getiremiyorsak, bu şiddetin engellenmesi için elimizdeki ceza kanununa, yeterlidir mi diyeceğiz? Ne yazık ki hayır.. O zaman kanundaki problem ne çözümü ne ?

Çözüm aslında çok da uzak değil. Yapılan bilimsel ve psikolojik araştırmalar ve aslında çoğumuzun yaşam deneyimleri de bize göstermektedir ki, cinayet gibi ağır bir suçu işleyen bireylerin, bu suçu işlemeden önce bir ya da birden çok kere ya işleyecekleri cinayetin mağduruna ya da başkaca kişilere karşı, birden çok nispeten hafif şiddet fiili işlediği bir gerçektir. Yani suç failleri en son suç olarak nitelendirdiğimiz, cinayeti işlemeden önce genellikle bir ya da birden çok kere, başkasının vücut bütünlüğünü ihlale dair geçiş suçu dediğimiz şiddet suçları işlemektedirler. Esasen bu geçiş suçlarının, Türk Ceza kanununda yeterli ve etkin bir cezaya bağlanmaması sebebi ile de bu şahısların ruh dünyalarında – ya da toplumun suça ve suçluya bakış açısında- yapılan tecavüz ve şiddet eylemin, adli bir karşılığı ya da yaptırımı olmadığı algısı hakim hale gelmektedir.  Şahıs bir başkasının vücut tamlığına yaptığı ilk ve daha hafif eylemin bir bedelini, madden ve manen ödemezse, daha büyük ve ağırını işlemek için cesaretlenmektedir. Ya da birilerinin yaptığı eylemlerin müeyyidesiz kaldığını gören - zanneden- böyle bir algı kendisinde oluşan kişiler de kendilerin de daha ağırlarını işlemek için psikolojik güç bulacaklardır. 

Tam da burada Türk Ceza Kanunundaki bazı suçlar ve cezaları ile ilgili bir kaç örnek vererek konuyu izah etmek doğru olacaktır. Türk Ceza Kanununa göre, bir şahsın kolundaki saati çekip çalmanın cezası TCK 142/b-2 gereği, en az 5 yıl olmak üzere, 10 yıla kadar hapis cezasıdır. Aynı eylemin gece evde yapılması halinde ceza 7.5 yıldan 15 yıla kadar çıkmaktadır.  Aynı saatin, silah çekilerek zorla alınması halinde cezası TCK 148 gereği  en az 6 yıl olmak üzere 10 yıla kadar hapistir. Eylem yine gece olursa cezası 10 yıldan 15 yıla kadar hapistir. TCK'da mala karşı işlenen suçların cezası bu şekilde yüksektir. 

Bir de şikayet ettiğimiz ve bugünkü yazımızın konusu olan, insana karşı işlenen, vücut bütünlüğüne karşı şiddet eylemlerine ve cezalarına bir bakalım. Türk Ceza Kanununa göre bir şahsın aynı yukardaki örneğe benzer olacak şekilde, saatine değil ama saat taşıyan koluna bir şiddet uygulansa, hatta yüzünü tokatlamak , saatlerce yumruklamak, kanatmak, yaralamak şeklinde şiddet uygulasak, yani aynı şahsın saatini almaksızın bir saat boyunca o şahsı dövsek bile bu eylemin cezası eğer mağdura tıbbi müdahale ağır değilse yani pansumanlarla giderilebilecek bir seviyedeyse 4 aydır. Yanlış okumadınız, 4 yıl değil 4 ay cezadır. Bir saatin, 2 saniye içinde koldan çalınması ya da gasbının cezası 15 yıla kadar çıkarken, aynı kola ya da vücuda yapılan şiddet fiilin cezası TCK 86/2 gereği 4 aydan başlıyor. İnanılır gibi değil ama öyle. 

Dahası olayda bıçak kullandın, ceza ancak yarı oranında artıyor. Yani adamın koluna bıçak soktun hastanede basit bir müdahale ile eve gönderildi, cezası sadece 6 aya çıkıyor. Hadi eylemi ağırlaştıralım basit bir yaralama olmadı, mağduru delik deşik ettik aynı kolunu doğradık, kolunu 15 yerinden kestik, tıbbi müdahale basit değil onlarca dikiş atıldı alacağı ceza asgari ceza 1 yıl, silahlı artırımdan ceza en çok  1,5 yıla kadar çıkıyor. 

Anlayabiliyor muyuz? Ben anlıyor ama kabul edemiyorum. Bir şahsı tabancayla vursak ya da bıçakla doğrasak alacağı ceza 1,5-2 yılı geçmiyor. Haa hayati tehlike geçirirse yani ölümden dönerse ya da kemik kırıkları olursa, olursa kısmen ceza artıyor 5 yıl gibi oluyor. Ancak ceza kanunumuz asla bir insana, ölmediği müddetçe koldan çalınan bir saat kadar değer vermiyor, verilmiyor çok yazık... Ama bu durum yani hayati tehlike geçirmek ya da ölmek bu yazımızın konusu dışında, ölüm ya da ölüm tehlikesi zaten, basit şiddet fiillerinin cezasının ağır olmaması sebebi ile cesaretlenen şahıslar tarafından ikinci eylem olarak işlenmekte... 

Şimdi anlayabildik mi acaba, kolumuza takdığımız saat kadar, aynı insanın, kadın ya da çocuk ya da erkek ayrımı yapmaksızın, koluna ya da vücudunun tamamına, değer vermeyen bir ceza kanunun, ne suçla ne suçluyla ne şiddetle etkin bir mücadele edebilmesi mümkün mü? Fark ettiyseniz, şiddetle mücadelede cinsiyet ayrımının ceza kanunu bağlamında hiçbir karşılığı yok. Yani kadına çocuğa ya da erkeğe şiddet diye bir ayrımla ya da mekanizma ile işlemeyen ceza kanunumuzda, şiddet ile ilgili asıl problem, cinayet suçunun cezasının azlığı ya da caydırıcı olmaması değil, cinayete giden süreçteki diğer alt şiddet eylemlerinin hemen hemen hiçbir caydırıcı müeyyideye bağlanmamış olmasıdır. Bu kanunun bu şekilde yürürlüğünün devamı halinde de yılda sadece 385 kadın ya da 1.690 erkek değil, Dilara'lar Ahmet'ler Mehmet'ler ve Hüseyin'ler de ölmekten kurtulamayacaktır.

Son olarak şiddetin engellenmesi bağlamında salt Ceza Kanunundaki, düzenlemeler değil infaz kanununda 4 yıl ve aşağısı ceza alanların, nerdeyse 1 gün dahi kapalı ceza evinde yatmadığı infaz rejimi de dahil bir çok kanunda etkin düzenlemenin, bir an önce gerçekleştirilmesi gerektiğini de belirteyim. Ancak şunu asla unutmayalım ki; şiddeti, kadın erkek çocuk yaşlı ya da hayvan diye kategorize edip , şiddetin bir kısmını yüceltip bir kısmına politik, bir kısmına siyasi dersek, sorunun kaynağına odaklanamaz, kısır kavgalarla zaman kaybederiz. Bir yıl içerisinde kaybettiğimiz 385 kadın nasıl annemiz kız kardeşimiz, teyzemiz iş arkadaşımızsa, ölen 1.690 erkek de, erkek kardeşimiz, babamız, amcamız yan komşumuzdur. 

Bu sebeplerle kanun koyucu meclisimizin, iktidarı ve muhalefeti ile bir olup, ivedilikle Türk Ceza Kanununda düzenlenen vücut bütünlüğünü ihlal suç kalıpları ve cezalarına ilişkin müeyyideleri yeniden gözden geçirmesi, gelişmiş ülkelerde olduğu gibi vücut bütünlüğüne karşı işlenen suçların cezasını eşyaya karşı işlenen suçlardan daha ağır yaptırımlara bağlaması gerekmektedir.

Şimdi sorunun cevabına gelelim. Dilara niye mi öldü? İşte Dilara, ölümde bile kadın/erkek ayrımı yapan zihniyet sebebi ile öldü!  Dilara son 1 yıl boyunca kendisine defalarca fiziki şiddet uygulayan, katilinin, ilk şiddet eyleminde gerekli cezayı ivedilikle ve derhal almayarak, cesaretlenmesi sebep olan yasal mevzuat yüzünden öldü. Dilara bu mevzuatın düzeltilmesi ile uğraşacağına, bir biriyle kavga eden vurdum duymazlar yüzünden öldü!  Dilara dün değil, Dilara ilk tokadı yediği gün öldü...

Av. Muhammet Aydın

19 Ocak 2022, BafraHaber.com

Bafranın haberi, bafra
  • BafraHaber Yorum
  • Dilara Niye Öldü ? içeriğine yorum yapmaktasınız
Favicon
  • Toplam Yorum 28
User defaultYorum Id: 138313
27 Ocak 2022
23:07
  • Yorum Id: 138313
  • 27 Ocak 2022
  • 23:07

Bu orantısız cezalar artık düzeltilsin...

User defaultYorum Id: 138003
25 Ocak 2022
12:59
  • Yorum Id: 138003
  • 25 Ocak 2022
  • 12:59

Bizim insanlar ölümden kormuyorlar ölümle bile korkutulmaz .insanlara sigara alkol içmeyin ölürsünüz deniyor içiyorlar.kemerinizi bağlayın diyorlar 10 tl lik toka alıp takıyorlar .maskenizi takın aşınızı olun diyorlar yapmıyorlar ölümle yada cezayla insanları korkutamazsınız.yaşam kalitesini artırmak gerekir. katiller ceza hukuku okuyup suç işlemiyorlar nede olsa.bazı kişiler boş boş yazı yazmışlar.bazı kişiler kendşilerinin reklamını yapıyor tanınmak istiyor artisz olmak istiyor malasef memleket ne günlere kaldı.

User defaultYorum Id: 138002
25 Ocak 2022
12:12
  • Yorum Id: 138002
  • 25 Ocak 2022
  • 12:12

Mesele ceza değil ne kadar ceza verilirse verilsin katil yine katil olur idam cezası da olsa yine kişiler katil olur mesele yaşam standarlarını yükseltmektir. idam cezası olsa sadece biraz azalır ölümler. yıllar önce gazetede okudum adam gitmiş avukatın oğlunu öldürmüş neden mi adam kazandığı davayı kaybettirmişler. yıllar sonra dava kararını almış birde ne görsün adam kazanmış davayı.dava açsa ne yazar yıllar geçmiş zaman aşımına uğramış.demekki haksızlık ettiğin zaman bir gün olur cezasını çekersin.o yüzden herkez birbirine saygılı olsa haksızlık yapmasa cahil diye insanları kandırmasa hiç bir haksızlık olmaz ölüm olmaz tabi bu olay için geçerli değil bu durum. bence kızlarımıza silah eğitimi aldırmamız lazım gerektiğinde topuklarından vurması lazım yanlış yapanı.polis jandarma gelene kadar hayat bitiyor zaten.allah sabırlar versin çok acı bir durum.çocukluk arkadaşım almanyada hem eşini hem çocuklarını hem kendini vurmuş cenazeleri yıllar önce geımiş defnedilmişti.insanlar bunaldığı zaman ne yapacaklarını bilmiyor. idam cezası gelse iyi olur ama onada karşı çıkanlar olur şeriat geldi memlekete derler.

Daha Fazla Yorum