İnsan ve İnsan

İnsan ve insan dediğimiz zaman insanların kafasında  tasarladığı şey, insan var insan var. Benim için bu şekilde tasarlanmış bir şey olamadı. İnsan ve insan şu anda yaşadığımız sosyal yaşantının çok uzağında olup, kesinlikle ibretlik bir olay   değil. İnsan ve insan, insanların asıl olması gerektiği zihniyeti, karakteri, ve yapıyı öğütleyen, kısacık hayat yolumuzdaki insani ilişkilerin asıl olması gerekliliğini bize anlatan dehasa  bir atasözü. Bu söz sayesinde  kendi insanlığıma bir çok güzel şeyi kattığımı gördüm,  içimdeki insana  saygı kazandırdığımı düşündüm ve onu incitmemeye çalıştım.
            
Hayatımıza baktığımızdan zaman sanki hiç sonu gelmeyecek, bizi devamlı kısır döngülere iteleyen, yaşanan  bir çok şeyin sanki anlamının olmadığı, bitmeyen bir yarışın içersinde gibiyiz. Bir çoğumuzu kapsayan kavram da bu zannedersem.
 
            Çevremizde hayatına güzel düşüncelerle başlayan ve bu şekilde yaşamaya çalışan insanları nadiren görebiliriz. Huzurlu ve barış içersin de  bir hayat yaşama isteği  duygularının muhteşem reytinglerden sonra tavan yaptığı insanlar. Bu tip insanları nadiren de olsa bulmak o kadar da  zor değil sonuçta  hepsi bizimle yaşıyor, Onlar ile  aynı dünyada yaşıyoruz ama farklı yerlerden bakıyoruz. Bu insanlar ile karşılaştığımız zaman,  yaşayamadıkları güzelliklerin verdiği etkilerin ağır bastığını onların gözlerinin içine bakarak bile  hissedebiliriz. Ama biz! Bu canım cicim kişileri bir süre sonra dikkate almayız ve söylediği hiçbir şeyin anlamı yokmuş gibi davranırız, aslında  gerçek olan bir şey var ki kimse saçmalamıyor.
 
Bu güzel   insanların hayatlarını incelediğimiz takdirde yaşadıkları manevi dünyalarında ne kadar sıkıntılı olduğunu görmek çok da zor olmasa gerek ve büyük çoğunluğunun diğer dünya gerçeklerini hayallerinin en başına koyup, O hayaller için tertemiz mücadeleler verdikleri aşikar…
 
Hayat kimi zaman çok kısa, kimi zaman uzun soluklu bir maraton ama bir şey öğrendim kim yada kimlerden olursa olsun  üç  yaşındaki insanı da seksen yaşındaki insanı da aynı ciddiyetle dinledim. Kendi hayatıma katabileceğim dersler çıkarttım bazısını unuttuk, bazısı da bizimle beraber yaşadı ve bazısı da farkında olmadan insanlığımızda bir şeyleri değiştirdi.
          
Hayata birçok anlam katabiliyoruz. Sonunu göremiyoruz bir gün bizi ağlatan, ertesi gün neşeden çılgına çeviren ve tesadüflerin her zaman var olduğu ve bir gün sonunun var olduğunu  bilmemiz gereken hayal ile  gerçek arasında ince bir çizgi olan süreç. Sonucunda ne kadar sevsek de sevmesek de bize verilen sahip olduğumuz tek şey hayat.  En gerçeği de var ki ölüm. Hepimiz bir gün öleceğiz, belki hep beraber öleceğiz, belki de şu anda bizimle yaşayan herkes kendi kıyametini yaşayacak.
 
İyi bir insan için yaşam her zaman zor olmuştur ölüm ise kolay. Ölüm kimi zaman bir kurtuluş, kimi zaman huzura giden yol, bir çoğumuz için ise korku.
 
Unutma elinle ölüme dokunuyorsun, elinle ölümü dokuyorsun…
 
Eleştiriye açık bir yazı yazdığımı düşünüyorum, aslında yazarken  kendi öz eleştirimi de sürekli yaptığımı  açık yüreklilikle söyleyebilirim. Yazımı ara sıra  dinlediğim  okuduğum  ve her dinlediğimde tüylerimi diken diken yapan Senai Demirci’nin  “Sen ve Son” adlı dizeleri  ile bitirmek istiyorum…
 
 
 
 
Sen Ve Son


"UNUTMAK NE DERİN ŞEYDİR Kİ, unutanlara unutuşlarını bile unutturur. Unutulmak ne acı şeydir ki, unutulanın unutuluşuna ağlayışını kimse hatırlamaz.


‘Nisyan’dan, yani unutuştan çıkarıldık her birimiz. Yüzümüz gün yüzüne değeli, tenimiz güneşe erişeli beri unutulmaktan alındık, unutmaktan sakındık. Hatırı sayılır olduk. İsmimizin orada burada anılması bizi memnun etti. Ne var ki, unutmak yaşamak kadar elimizin altında ve unutulmak ölüm kadar yanıbaşımızda. Ölüm bizi geldiğimiz yere, ‘nisyan’a götürüyor tekrar. Ölüm unutuşlara gömüyor yüzümüzü; tenimizi tanıdıklarımıza yabancılaştırıyor. Yaşarken ölümü anmıyoruz o yüzden. Yaşarken ölümle aramıza sahte mesafeler döşüyoruz. Unutulmak korkusu bu... Galiba, en çok, unutulacağımızı unutuyoruz.

Hatırla ki, toprak ayağının altından kayıyor. Ellerin son bir defa dokunuyor güle ve güne. Gözlerinin karası son kareyi alıyor ışıktan; ve karanlığa hazırlanıyorsun. Gözkapaklarının kapanışı seni bir dağın arkasına götürecek. Unutmaya ve unutulmaya hazırlanıyorsun. Varlığın incecik dudaklarda bir çift kuru söze inecek; o dudaklardan insan sıcağını tadamayacaksın. Hatıran bir taştan ve hüzün renkli topraktan ibaret olacak. Kahkahalar seni yalnız bırakacak, mutluluklar seni hesaba katmadan ikmâl edilecek. Sana arkalarını dönecekler, dönüp yüzüne bakmayacaklar. Senin kokun uzakların kokusu olacak. Tenin toprağın soğuğunu tadacak. "Gelecek ölüm; gözleri gözlerin olacak."

Hatırla ki, sarışın kız çocuğunun lüle saçlarına son kez bakıyorsun, seninkinden uzun ve derin bakışlarına son kez değiyorsun. Sen bu ânın eşiğinde son nefesin hesabını yapıyorsun; o yarınların uzayıp giden kanatlarına tutunmuş derin, taze soluklarla yineliyor varlığını. İllâ da göz göze geliyorsunuz. Ellerin onun ellerine erişemeyecek; gamzeli yanaklardan sızıp gelen tebessüm sana uzak düşecek. Şimdiden, ölümü bilmeyen oğlunun gözlerinin seni köşe bucak arayışını görüyorsun. Havada asılı kalacak "Baba!" çığlığına şimdi hep bir ağızdan cevap vermek istiyorsun. Nefesin sesine yetmiyor.

Hatırla ki, yarınki gün seni taze bir toprak yığının altında bulacak. Bir gün saatinin akrebi, yelkovanı senin uzanamadığın ânlara doğru dönecek. Sen olmayacaksın ve kolundaki saat sensiz zamanları tırmanıyor olacak. Sulamayı unuttuğun çiçeğin bile senden sonra solacak. Yüzüne günışığı vurmayacak. Hayatının ebedî rengini dar ve sessiz bir boşlukta bulacaksın. Ya küle dönecek ya güle dönüşeceksin. Yarınsız ve sonsuz bir günün yanağında incecik bir gamze olup kristalleşeceksin. Yüzün solacak, ellerin hiçbir yere varmayacak, parmakların hiçbir şey göstermeyecek ve ayaklarının altında hep boşluk olacak.

Unutma ki, toprak şimdi ayağının altından kayıyor. Yürüdükçe ince bir hesap çizgisine çekiliyorsun. Unutma ki, elinle ölüme dokunuyorsun. Elinle ölümü dokuyorsun. Hatırla ki, gözlerin ölüme bakıyor. Gözlerin bir cesedi alacakaranlığa taşıyor. Hatırla o zamanı ki, sen boz topraklar altında derin unutuşlarda eriyorsun. En son, kaleminin karanlık izi kalıyor soluk sayfalarda. Ve sözlerin kırık-dökük hatıralara dönüşüyor, paylaşılıyor, solgun bir gül gibi dolaşıyor. Hatırla ki, sen sözleri genç kalbleri taze aşklara taşıyan ölü bir şairsin ya da masum ve sonsuz bakışlı gözlerin kapı aralarında beklediği bir babasın. Elinin sıcağı özlenen sevgilisin. Hatırla ki, seni sımsıcak sarıp kucaklamak isteyenler bir tabutun katı, soğuk dokunuşuna çarpıyorlar. Hatırla ki, bir mezar taşında iki rakam arasına çizilmiş eğreti bir çizgiye indirgenmişsin. Hatırla ki, duvarda soluk siyah beyaz bir fotoğrafta hüzünlü bir gülüşten ibaretsin, belki de camekânın tozunu almayı unuttular. Mezar taşın unutuldu ve hatta mezar taşın da seni unuttu diyelim. Ve hep başkaları var dışarıda, hep yabancılar geziyor yıkık mezar taşları arasında. Kimsenin tanıdığı değilsin artık. Kimsenin ‘ölü’sü de değilsin; tıpkı şimdi olduğu gibi.

Oysa, sen ve son, ne kadar da uzak görünüyordunuz birbirinize. Unutuş ne kadar çok unutuluyor.

Ey beni herkes unuttuğunda anan Rabbim! Yüzümü, elimi, gözümü, bakışımı, dokunuşumu veren Rabbim! Beni Seni unutanlar arasından çıkar al! Beni bensiz bıraksan da, Sensiz bırakma!

N’olur Rabbim! Şu biricik ânımı ebedin rüzgârlarına kat ve beni Sana daim yakın eyle! Yalnız Seninle kalmakla kalabalıklaştır beni! Bir secdede biriktir varlığımı! Beni Sana açılan ellerimde çoğalt! Beni Sana karşı fakir olmakla zenginleştir! Kendimi Sende unutayım ve öylece kapansın gözlerim ve öylece çözülsün ellerim. Dilim öylece sussun ve tenim öylece çamura katışsın ve bu mürekkep lekeleri kısacık vuslatımın hatırası olsun. Unutulmasın sözlerim; unutkanlar unutulacaklarını hatırlasınlar diye... "
 
Senai Demirci/Dar Kapıdan Gecmek...
 
 
Sevgi ve Saygılarımla.

  • BafraHaber Yorum
  • İnsan ve İnsan içeriğine yorum yapmaktasınız
Favicon
  • Toplam Yorum 0