Öyle bir geçer zaman ki

Oyle bir gecer zaman ki
Çocukluğumun ilk günleri, Bafra’nın Büyükcami Mahallesinde geçmişti. Her zamanki gibi sokağımızda komşularımızın çocuklarıyla oynuyorduk. O zamanlar sokaklarda otomobil yoktu. Sadece kamyon, cip, traktör ve motosiklet gibi motorlu araçlar vardı. Onlarında çoğu ulaşımda kullanıldığından ortalıkta pek görünmezlerdi.
Anneler çocukları sokakta oynarken hiç korkmazlardı. Harçlıkların çok mütevazı olduğu yıllardı. Küçücük harçlığınızla, mahalle bakkalından aldığımız iki finger bisküvinin arasına lokum koyar afiyetle yerdik, ya da açıkta satılsa da balık, horoz veya çubuk şeklinde satılan şekerlemeler alırdık.

Mahallemizdeki çocukların birbirinden hiç farkları yoktu. Zengin ve fakir kavramlarının hiç kullanılmadığı yıllarda yaşıyorduk. Her aile reisi evine sadece günlük ihtiyaçların karşılanabileceği para bırakır işine giderdi. Zaten çok para bıraksalar da o parayla alınacak çok şey yoktu.

Evimizin ekmeğini almaya ben gidiyordum. Aldığım ekmek sayısı yıllarca hiç değişmedi 6 ekmek alıyordum. 80 kuruştan 4 lira 80 kuruş tutuyordu. Artan 20 kuruşla da her zaman yaptığım gibi Kolbaşı Bakkaliyesinden kavanozun içinde muhafaza edilen şekerlerden alıyordum. Çocukluk döneminde işe yaradığım tek konu ekmek almaktı. Görevim bitince tekrar arkadaşlarımızla oyuna dalıyordum.

Evimiz iki katlı eski bir yapıydı. Tüm evler birbirine benziyordu. Tek farkları kiminin ahşap kiminin tuğladan yapılmasıydı. Apartmanın ne olduğunu yıllar sonra duyacaktık.

Yine sokağımızda oynarken burnumuza mis gibi kokular gelmişti. Evimizin hemen yanı başımızdaki ahşap evden gelen koku iştahımızı kabartsa da kaynağının ne olduğunu ben bilemiyordum. Az sonra o evin kapısı açıldığında esmer kıvırcık saçlı, bir kadın çok hoş bir ses tonuyla “çocuklar buraya gelin” diye seslenmiş, biz de hemen oraya yönelmiştik.

“Avuçlarınızı açın bakayım” dediğinde çoktan hazır ol vaziyetinde küçücük avuçlarımızı açmıştık bile. O güne kadar hiç görmediğim bir yiyecekti, sımsıcaklardı.
Arkadaşlardan biri “bunlar ne” diye sormuştu.
“Kabuklu yer fıstığı evladım. Kabuklarını ayıklayın içini yiyin afiyet olsun” dediğinde hemen birkaç tanesini yemiştik bile.
Ne kadar lezzetli bir şeydi…

Sonraki günlerde de o evden güzel kokular hiç eksik olmadı. O melek yüzlü kadının adı benim o ana kadar hiç duymadığım bir isimdi. Çocuklarının isimleri de değişikti. Bizim alışık olduğumuz isimler Ayşe, Fatma, Emine gibi isimlerdi ve bu isimler oldukça da yaygındı. Ama onların isimlerini başka hiç bir yerde duymuyorduk.
Mayranuş Teyzenin adı artık bana garip gelmiyordu. Zaten onu mahallenin tüm çocukları bende çok sevmiştim. Artık komşumuz olan aileyi de yavaş yavaş tanımaya başlıyordum. Yaşıtım çocukları İlda ileride ilkokul arkadaşım olacaktı. Kardeşi Jan ise bizden küçük olmasına rağmen oyun arkadaşlarımızdan biriydi.

Komşumuzun evinde iki kardeş, eşleri ve çocukları kalıyordu Mayranuş Teyzenin eltisi Mayram Teyzeyi de tanımış, onu da çok sevmiştim. O da çok sevecen temiz kalpli biriydi. Onun da bizden birkaç yaş büyük oğlu Arman ve büyük ablamla yaşıt kızı Silva vardı.

Artık babaannem ve annemin en çok sevdiği komşuların başında geliyorlardı.

Her gün burnumuza gelen güzel kokuların nedenini de öğrenmiştik…
Bafra’nın İtalyan tarzında yapılmış tek sineması olan Kibaroğlu Sinemasının büfesini eşleri işletiyordu.

O yıllarda 8 yaşını doldurmamış çocuklar sinemaya alınmadığından o büfeyi görmem bir iki yılımı daha alacaktı. Sinemada satılan pasta, kuruyemiş gibi şeyler evde hazırlanıyordu. Yer fıstıkları fırında kavruluyor pandispanyalar elde açılıyordu. O güzelim yiyecekleri sinema seyircisinden önce biz çocuklar tadıyorduk.

Komşuluğun en güzel yaşandığı yılları yaşıyorduk. O günün komşuluk ilişkilerini yaşadığımız için çok şanslıydık. Şimdi ellili yaşımı sürsem de belki o tadı alırım diye hala kabuklu yer fıstığı yeme alışkanlığım sürüyor.
Ama nerde…
Ne fıstık eski fıstık, ne komşular eski komşu. O komşularımız şimdi İstanbul’da yaşıyorlar. Tam 35 yıl sonra İlda iş için annesi Mayranuş Teyzeyle Samsun’a geldiğinde bir günlüğüne de olsa çocukluğuma dönmüştüm.
Cahit Sıtkı Tarancı “ne güzel dönüyor demir çemberim hiç bitmese horoz şekerim” dizesini belki de böyle yaşanan çocukluklar için yazmıştı.
RECEP YILMAZ
  • BafraHaber Yorum
  • Öyle bir geçer zaman ki içeriğine yorum yapmaktasınız
Favicon
  • Toplam Yorum 0