17 Eylül 1933`de Tarihi Bir Mektup

Henüz çiçeği burnunda, komplolar ve maddi paylaşımlar sonucu ayakta kalmayı başarmış ve hedefini Atatürk`ün bakışlarını kilitlediği noktaya çevirmiş yeni bir devlet. Osmanlı geni taşıyan, ulus kavramını bilen, dine saygılı, maneviyatı yüksek, insanı en yüksek değer kabul eden bir güçten arta kalan öz;Türkiye Cumhuriyeti. Büyüyüp yeşerecek, renkleri ile meyveleri ile gölgesinde olanları koruyacak olan yoğun bir öz.

Zannediyordu ki dönemin büyük güçleri, bu özü sulandırıp keskinliğini azaltacaklar. Zaten Lozan’da İsmet İnönü`yü bu yüzden sıkıştırmadılar mı` İsmet İnönü, sözde güçlerin, Türkiye Cumhuriyeti`nin geleceğini tehdit eden maddelere bir bir itiraz edip, bıçağın kemiğe dayandığı bir noktada tasını tarağını toplayıp dönmedi mi ülkeye.
O zaman da Osmanlıdan arta kalan bu özün zamanla tekrar güçlenip dünyaya hâkim, eşitlikleri koruyan, kültürlere ve dinlere saygılı bir ülke olmasını istemiyorlardı ve bunun önüne geçebilmek için bir takım kararlar alarak engellemeye çalışıyorlardı, şimdi de...

Günümüzde bu mücadelenin rengi değiştiyse de asıl amacı değişmedi. Bu konuyu başka yazılarla birlikte tartışmak üzere noktalıyorum ve o dönemde ülkemize gönderilen kısa ama büyük maneviyat taşıyan bir mektubu sizinle paylaşmak istiyorum.
Yıl 1933...
Birinci dünya savaşının kaldırdığı tozun gölgesinde yeniden şekillenen dünya. Güçlü ülkeler sömürgelerinin başlarına üşüşmüş. Yönetimine karışarak sözde ağabeylik adı altında enerji kaynaklarını kendine çekmenin, iş gücünü kendi yararına kullanmanın peşinde. Almanya Nazilerin yönetiminde ve  ülkede var olan Yahudi varlığını maddi ve manevi yaptırımlarla yıpratmanın ve ortadan kaldırmanın derdinde. O karmaşada kırk kadar bilim insanın başını çeken Albert Einstain kendi dil ve kültürünce büyük saygı ve nezaket içeren bir mektup gönderiyor Türkiye Cumhuriyetine.

Ekselansları! Diye başlıyor mektup. Ülkesindeki karmaşadan bahsettikten sonra kendisi ve kırk kadar arkadaşının rahat ve huzurlu bir ortamda çalışabilmeleri için ülkemize gelme isteğini, bunu da bir yıl boyunca herhangi bir maddi karşılık beklemeden yapacaklarını dile getiriyor.
Peki, sonra ne oluyor`

Dönemin başvekilliğine gelen bu mektup İsmet İnönü tarafından okunduktan sonra yine dönemin maarif vekilliğine gönderiliyor. O dönem bu mektup mevcut şartlara uygun değildir dip notu ile rafa kaldırılıyor. Sonraları Cumhurbaşkanlığı makamlığına ulaşan bu dilekçe Atatürk`ün bizzat emri ile faaliyete geçiriliyor ve bahsi geçen Yahudi asıllı Alman kırk bilim insanı ülkemize bilimsel çalışma yapmak üzere getirilir.

Tarihteki bu küçük mektubun bizim için ne önemi vardı, neden İsmet İnönü`nün göstermiş olduğu tepkiyi Atatürk göstermedi. Bunların tahlilini yapmak neden önemli; bunu bilmemiz ve bir kez daha böyle bir özü güçlendirecek yan etkileri engellemek isteyenlere itiraz etmeliyiz. Tabi böyle bir fırsat bir kez daha elimize geçerse.
Dönemin başbakanlık koltuğunda oturan İsmet İnönü böyle bir teklifin, Naziler ile olan ilişkilerimizi olumsuz yönde etkilenmesini istememesinden kaynaklanmış olabilir. Yoksa İsmet İnönü bilimsel çalışmaların ve bilimin bir ülke için ne denli önemli olduğunu bilmiyor değildi. Bunu oğlu Erdal İnönü’nün Ankara Üniversitesi Fen Fakültesinde fizik eğitimi almasını ve bu yolda bir akademisyen olmasını desteklemesinden anlayabiliriz. Tabi ki babalık yanı bunu söylerken devlet adamlığı yanı da çiçeği burnunda bir ülkenin o günkü şartlarda bizden daha güçlü olan Alman yönetimi ile ters düşmesini ülkeye verilecek bir zarar olarak görüyordu. Fakat Atatürk`ün ülkenin geleceği adına atılacak bu ve bunun gibi adımların cesaretini taşıdığını İnönü`nün bu kararını iptal ederek hayata geçirmesinden anlıyoruz.

Peki, Albert Einstein kimdi ve mektubu neden bu kadar önemliydi`
Albert Einstein kendinden önceki bilimsel çalışmaları toparlayarak ve bunları geliştirerek, uzayı, evreni anlamadaki yolumuzda bizi ilerleten ve günümüz teknolojisinin kısmen temelini atan bir beyindir. Bugün dahi yüz yıl önce ortaya attığı fikirlerin çoğu anlaşılamamaktadır ve o dönemki çalışmaları ile bilim dünyasında Almanya`nın öne çıkmasında en azından Türkiye`den daha ileri olmasındaki payı ihmal edilemeyecek kadar çoktur. Böyle bir beynin, ekibi ile gelip Türkiye`de bilimsel anlamda ne kadar büyük başlangıçlara imza atacağını ve dolayısıyla bu alandaki çalışmalarla çiçeği burnunda yeni bir devletin dünya arenasında ne kadar büyük bir itibar kazanacağını hayal etmek dahi sevindiriyor insanı.
Oysa bugün nerelerdeyiz`

Fen fakülteleri hükümet kararı ile kapatılma aşamasına geldi. Tercih edip giden öğrenciler bölümlerde bilimsel eğitimin zorluğundan korkup eğitimlerini yarıda kesiyorlar. Mezun olanlar ise çeşitli nedenlerle iş sahibi olamıyorlar. Karşılıklı arz talep durumu ortadan kalktığı için bölümlerin kaldırılması da haklı bir neden olarak görülüyor. Yanlış!
Durum bu değildir.

Fen fakülteleri, yaşanılan evreni, canlı ve cansız her şeyi anlamamızı ve bunları kullanıp  tıpta, mühendislikte ve eğitim gibi temel dinamiklerde uluslararası alanda öne çıkmamızın zeminini oluşturan birimlerdir. Eğer bu birimler ortadan kaldırılırsa ülkede gelişim adına  hemen hemen yok denecek kadar bir ilerleme olacağı garanti altına alınmış olacaktır. Bu hangi sözde süper gücün işine gelmez ki!

Bu yolda neler yapılabilir. Bunların tercih edilmesi için ortaöğretim seviyesinde ne gibi düzenlemeler yapılabilir. Bunların tahlilini iyi yapmak ve zaman kaybetmeden derhal uygulamaya geçirilmek gerekmektedir. Elimizdeki son eğitim ve strateji profesörlerini kaybetmeden...
Bugün hükümetimizin 8 + 4 ya da 4 + 4 + 4 sistemlerini bırakıp daha ciddi konulara  yönelmesi gerekmektedir. Yıllardır tesettürlüyü tesettürsüzden ayıralım derken yeterince zaman kaybettik, artık bu ülkenin ve ülke dinamiklerini oluşturan gençlerin bu zayiata kabul etmeye tahammülü yoktur.
Bunu herkes bilmelidir.

  • BafraHaber Yorum
  • 17 Eylül 1933`de Tarihi Bir Mektup içeriğine yorum yapmaktasınız
Favicon
  • Toplam Yorum 0